Batık kıta Zelandiya’nın gizemi: Dünya’nın sekizinci kıtası olabilir mi, olamaz mı?
Dünya haritası devamlı bugünkü kadar tam olarak değildi ve yüzyıllar süresince kaşifler boşlukları içini doldurmak için gezegeni dolaşarak vakit, para ve kimi zaman de hayatlarını harcadılar. Rasat, hipotez ve efsanelerin bir karışımına güvenerek yola çıkan bu kaşifler, hem gerçek aynı zamanda imgesel siyah kütlelerini ve insanları aradılar.
Tahmin edebileceğiniz şeklinde kimi zaman hedeflerine ulaşırken, kimi zaman de aradıkları yerin olmadığını ya da orada başka bir şey bulunduğunu buldular. Sadece yüzyıllar süresince, eski haritalar, cenup Yarımküre’de, yakın zamana kadar onu ortaya çıkarmak için her türlü çabaya alan okuyan bir siyah hacmi varsayımında bulunmuş oldu ve şimdi bile hakkında bilmediğimiz oldukça şey var.
Bulgu çağı
Bulgu Çağı, gezegenimizin yeni ve gelişmiş temsillerini ortaya koymak için gözleme dayalı (ampirik) doğrulamanın ve doğru ölçümlerin gücüne duyulan güveni içinde başladı. Sadece birden çok haritacı, rapor edilen verileri ve modern ölçümleri, coğrafya ve dünya tarihinin karışık bir resmi olarak oluşturulan çok eski dünya haritalarından miras alınan özelliklerle birleştirmeye sürdü.
Bu haritalar çoğu zaman mitolojik ya da varsayımsal özelliklerin yanında ayrıca herkesçe malum olan gezegenimizin özelliklerini de tasvir ediyordu. Haritalar o şekilde bir durum aldı ki, neyin gerçek, neyin imgesel bulunduğunu idrak etmek ve kavramak basit değildi.
Bu örneklerden birisi, cenup Yarımküre’nin büyük bir kısmını kapladığı kabul edilen bir siyah hacmi olan Terra Australis Incognita formunda karşımıza çıkıyor. Bu kıtanın, şimal Yarımküre’nin herkesçe malum olan siyah dağılımı için bir nevi denge ağırlığı olduğu varsayılıyordu. Terra Australis’in, en gerekli olarak gezegeni dengede yakalamak için yaratılan bir kütle olduğu düşünülüyor.
Bu kıtaya dair ilk referanslar çok eski çağda ortaya çıktı, sadece birden çok ortaçağ ve erken çağdaş haritada popüler bir halde varlığını korudu ve hatta 18. yüzyılın sonlarına kadar bile çeşitli haritalarda görülebiliyordu.
Yüzyıllar süresince kaşifler Terra Australis’i aradılar fakat bulamadılar. 1769’da Kaptan James Cook, Venüs’ün geçişini gözlemlemek ve bununla beraber uzun süreden beri aranan kıtayı ortaya çıkarmak için Endeavor ile Pasifik’e girdi.
Bu süre zarfında Cook, Yeni Zelanda kıyılarını keşfetti ve sonunda pes ederek ülkenin aramış olduğu karayla hiçbir ilgisi olmadığı sonucuna vardı.
Zelandiya: Gizli saklı bir kıta
2017 senesinde dünya, gezegende şimdiye kadar bilinmeyen sekizinci bir kıtanın bulunduğunu öğrenerek şaşkınlığa uğradı. Görünüşe gore Kaptan Cook, gizemli kıta arayışında Yeni Zelanda’yı düşünmekte haklıydı fakat dalgaların altına bakması gerekiyordu.
Zelandiya (Te Riu-a-Māui’den Māori’ye uzanır), güneybatı Pasifik’e hemen hemen bir bütün olarak batmış devasa bir siyah hacmi. Avustralya’nın ortalama üçte ikisi olan ortalama 5 milyon kilometre karelik bir boya haiz. Açık fasıla gezegenimizin en ufak, en ince ve en genç kıtası olarak kabul edilebilir.
Zelandiya’nın dalgaların altında var olduğuna dair ilk ipuçlarından birisi, Yeni Zelanda’nın “güneye ve doğuya doğru oldukça uzaklara uzanan, şimdilerde sular altında kalmış büyük bir kıtasal alanın zirvesini meydana getiren bir dağ zincirinin kalıntıları” olduğu sonucuna varan İskoç tabiat bilimci Sir James Hector’un gözlemlerinden geldi.
Hemen sonra, 1960’larda, bir kıtanın gerçekte ne olduğuna dair jeolojik tarif daha kati hale geldi. En gerekli olarak bir kıtanın, yüksek rakımlı, kalınca bir kabuğa ve oldukça farklı kayalara haiz geniş (genişliğe vurgu meydana getirilen) bir jeolojik alan olması gerekiyordu. Bu tanımla birlikte jeologlar, arayabilecekleri ve varlığını kanıtlamaya çalışabilecekleri bir şeye sahipti.
1995 senesinde Amerikalı bir jeofizikçi bir kez daha Yeni Zelanda’yı farklı bir kıtada yer edinen bir yer olarak nitelendirdi ve “Zelandia” adını önerdi.
Bu, yeni bir arama heyecanı yaratmaya başladı, sadece, Birleşmiş Milletler’in Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni yürürlüğe koymasıyla birlikte aslolan alaka ortaya çıktı. Bu sözleşmeye gore, bir memleket, Münhasır Ekonomik Bölgesinden uzanan rastgele bir araziyi ve “genişletilmiş kıta sahanlığının” parçası olan araziyi ve binaen aleyh gelen her türlü deposu yasal toprakları olarak talep edebiliyor. Bu antak kalma ile birlikte, Yeni Zelanda’nın çevredeki bölgeyi araştırmak için kuvvetli sebepleri ortaya çıktı. Yeni kıtanın varlığını ortaya çekip çıkarmak için kaya analizleri ve uydu verileri yavaş yavaş birikmeye başladı.
Sekizinci kıta altı senedir biliniyor ve hala hakkında bilmediğimiz birden çok şey var. Keşfedilmesiyle ilgili zorlukların bir çok, bir kilometreden çok suyun altında olması sebebiyle erişilmezliğiyle ilgili.
Bildiğimiz şey ise, Zelandiya’nın bir vakitler süper kıta Gondwana’nın bir parçası olduğu, sadece ortalama 85 milyon sene evvel tektonik kuvvetler tarafınca parçalanarak Tasman Denizi’nin oluştuğu. Bu sürecin nasıl işlediği halen belirsizliğini koruyor ve bilim adamları, siyah hacminin ne kadar ince olduğu ve niçin daha ufak kıtalara ayrılmadığı karşısında hala şaşırıyor. bundan farklı olarak uzmanlar, Zelandiya’nın devamlı su altında olup olmadığını bilmiyor.
Bu bilinmeyenlere karşın, gelecekte yapılacak daha çok analizin bu büyüleyici kıta hakkında daha çok şeyi ortaya çıkarması olası. bundan farklı olarak gezegenimizde halen keşfedilmeyi bekleyen oldukça şeyin bulunduğunu da gösteriyor.