Sınırlarda Yaşanan Hayatları Anlatan İran Sineması’nın En Özel 15 Filmi
1930’lu senelerden beri sansüre ve baskıcı rejime karşın varlığını sürdüren fazlaca kıymetli bir beyaz perde İran sineması. Kökeni daha eskiye, ilk beyaz perdenin çıkış yıllarına dayansa da, İran sinemasının aslolan doğumu 1925 senesinde ilk beyaz perde okulunun açılmasıyla olmuştur. Acıklı, duygusal ve trajik yapısı ile İran sineması, internasyonal arenada da kendini göstermiştir. İran’da çekilen hemen hemen her filmimizde ülkenin sosyo kültürel yapısını ve gelişimini müşaahade ediyoruz. Bütün baskılara karşın ayakta kalmaya işçi bir halk, onların mücadeleleri, kazanımları veya kaybettikleri; İran sineması bütün bu olgularla harmanladığı filmlerini dünyaya tanıtarak aslen en büyük zaferi elde etmeyi başarmıştır.
Kısıtlı bütçelerine karşın film festivallerinde de kendine yer kabul eden İran filmleri, halkın ilgisini fazlaca çok çekmese de eleştirmenlerin ve jüri üyelerinin daima yakın markajında olmuştur. Beyaz perdenin iran’a ilk geldiği yıllarda yalnız Saray ailesi tarafınca izlenebiliyor ve yalnızca keyif gayesi taşıyor olduğu düşünüldüğünde aslen ne kadar ilerlediklerini hesaplayabiliriz. İran sinemasının en şaşırtıcı tarafı ise, siz içine girdikçe size sunmuş olduğu renkli ve keyifli dünyası. Bana bakılırsa en yaratıcı fikirlerin ortaya konduğu sinemalardan biridir İran sineması.
Devrimle beraber gelişiminin yönünü değiştiren İran sineması ilk aşamada hanım ve aşk temalı filmlerle kendini gösterir. Hemen sonra tutucu kesim tarafınca yargılanan ve kısıtlanan bu anne mevzu, bahis yerini rejim sonrası gerçekleşen değişimlere bırakır. Pers şiirinin anne temasının daima aşk olmasının aslen bizlere bir ipucu vermesi gerekirken, şiirde duyulan aşk bir hanıma mı yoksa tanrısal bir güce mi bunu asla bilemeyiz. Beyaz perdenin bunu açık bir halde göstermiş olması ise İran’da bir kısmın canını fazlasıyla sıkmış olmalı.
Uzun yollardan geçti İran sineması. Oldukca badireler atlattı ve atlatmaya da devam ediyor. İran sinemasını gerçekliği ve değindiği toplumsal problemlerden dolayı listemde üst sıralara koyuyorum. Her izlediğimde bana hem görsel aynı zamanda duygusal olarak fazlaca çok şey katıyor. Kim bilir yakın coğrafyalarda olduğumuz için bam telime dokunuyor. Karışılıklı olarak ayna vazifesi gördüğümüzü düşünüyorum. Eğer siz de İran sinemasına ırak duranlardan veya bir türlü İran sinemasına ısınamıyorum diyenlerdenseniz bu listeden minimum iki film izlemenizi tavsiye ederim. Kim bilir kim bilir İran sinemasının renkleri içinde kaybolur, bu beyazperdeye olan küslüğünüzü dostluğa çevirirsiniz.
Bir yol filmi sayılabilecek film, geri koltuğunda bir bebeğin bulunduğunu ayrım eden taksicinin öyküsünü konu alıyor. Taksici ve kız arkadaşı unutulan bebeği annesine ulaştırma yolculuğu esnasında aslen kendi hayatlarını keşfediyorlar. İbrahim Gülistan’ın ilk filmi olan The Brick and the Mirror, her karesinde hüznü ve toplumsal bilinci işliyor.
Gelmiş geçmiş en önemli İran filmlerinden birisi sayılan film, tarihe bir tık atarak dünya sinemasına göz kırpıyor. Konusu itibariyle de alaka çekici olan film, görselliğiyle adeta İran sinemasına damgasını vuruyor.
Geldik İran sinemasının dönüm noktası olduğu iddia edilen filme. Internasyonal camiada ilk dikkat çeken film olma niteliği ile bu tanımı fazlasıyla hak ediyor. Film, bir çeşit yeni akım İran sinemasının doğuşuna da ön ayak olmuştur.
Bir roman uyarlaması olan film, Hasan adındaki bir insanın ineğine duyduğu sevgiyi mevzu, bahis alıyor. konutundan uzakta olduğu bir süre ineği ölen Hasan’a, köylüler ineğinin öldüğünü sözcüklerle ifade etmek yerine olayın üstünü kapatmaya çalışırlar. İşte her şey tam da bundan böyle adım atar; Hasan, ineğin kendisi olduğuna inanmaya adım atar.
Ben size baştan söylemiştim; İran sineması sizi işlediği durumlar ve temalarıyla hayli şaşırtacak!
Amir Naderi, The Runner filmimizde ilhamı bir bütün olarak kendi çocukluğundan alıyor. Amiro isminde bir çocuğun yaşamını mevzu, bahis edinen film, güçlükler karşısında savaşmanın kazanımlarından bahsediyor.
Amiro yoksul, fukara bir çocukluk geçirmektedir. mavi gezegenin en varsıl petrol yataklarından birinin çevresinde yaşamasına karşın bu zenginlikten payını normal olarak alamıyordur. Su satarak ve pabuç boyacılığı uygulayarak para kazanmaya işçi Amiro, bigün daha iyi bir hayat için eğitim görmesi icap ettiğini farkına varır.
Film bizlere görsel olarak istediğimizden daha fazlasını sağlıyor. Amiro’nun yolculuğu bizim için şehrin dinamiklerini yansıtıyor. Amiro’yla beraber oradan oraya savrulurken, beyaz perdenin ne ulu bir şey bulunduğunu da bir kez daha anlıyoruz.
Bana bakılırsa İran sinemasının en ilginç ve renkli filmlerinden biridir Nema-ye nazdik. Bir beyaz perde aşığı olan Hüseyin Sabzian film çekmek istiyor fakat yoksul, fukara olduğundan dolayı bu isteğini gerçekleştiremiyordur. Otobüste tanıştığı ihtiyar bir hanıma kendini meşhur bir direktör olan Muhsin Mahmelbaf olarak tanıtan adam, tüm aileye filme sponsor olmaları durumunda filmimizde onları oynatacağı sözünü verir. Amma ve lakin Sabzian’ın kendilerini soyacağını düşünen aile polise havadis, bilgi, salık vererek yönetmeni tutuklatır ve sorgulama aşaması böylelikle adım atar.
Bir bütün olarak gerçek bir gazete haberinden yola çıkarak çekilen film için direktör, zaman zaman habere mevzu, bahis olan insanla görüşmeler yapıyor. Beyaz perde sevgisinin varabileceği en uç nokta olarak gösterilebilecek bu filmin arkasında yatan dramayı da hafife almamız mümkün değil.
Sabzian, mahkumla ilk karşılaşmasında öncelikli olarak şu suali soruyor: “Muhsin Mahmelbaf oluş ister miydin?” Almış olduğu yanıt ise başlı başına bir film niteliği taşıyor: “Kendim olmaktan bıktım.”
Filmimizde her şey bir sözle başlıyor. Aslına bakarsanız filmin hikayesi de bu şekilde başlıyor. Muhsin Mahmelbaf, bir polis memuruna bir filmimizde onu oynatacağına dair kelam verir. Sözleri verenler bir çok süre unutsa da sözü alanlar asla unutmaz!
Polis memuru seneler sonrasında meşhur yönetmenin evine gelmiş olarak bu sözünü hatırlatır. Bu vaziyet karşısında şaşıran ve duygulanan direktör ise tam olarak bu vaka üstüne bir film kurgular ve çeker. Duygusallığıyla sizi içine çekecek bu filmi listenizin üst sıralarında tutun.
Cannes’da Altın Palmiye ödülüne layık görülen bir İran filmi Taste of Cherry. Orta ihtiyar bir adamın intihar yolculuğunu izliyoruz film süresince. Badii, intihar ettikten sonrasında kendisini gömmesi için birini bulmaya çalışmak adına bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta karşısına yardım isteyebileceği üç şahıs çıkar. Bu üç kişiden yalnız birisi Badii’nin yardımına karşılık verecektir lakin Badii bu yolculuğunu karşısındakilerden pek fazlaca şey öğrendiği ve büyük dersler çıkardığı bir seviyeye taşıyacaktır.
son derece ilginç bir filmle karşı karşıyayız. Beyaz perde seyircisinin heyecanla bekletilip, bir sürü onlara gösterilmeyen karakterle dolu bu film sabrınızı hayli zorlayacak.
Film çekmek için bir köye giden bir yapım ekibi ve onların kendilerini günlük yaşamın içinde bulmalarını mevzu, bahis edinen film, güvenilir olun sizi İran sineması mevzusunda hayli bir şaşırtacak!
Kör olan bir çocuğun hayatına uzanıyoruz şimdi de. Yaz tatilinin gelmesiyle babasının kendisini gelerek okuldan almasını heyecanla bekleyen bir çocuğun dünyası. Köydeki kardeşleriyle doyasıya oynamayı bekleyen çocuğun bilmediği bir ger.ilave olduğu bilinmektedir ki o da babasının kendisinden utandığıdır.
Baba, evleneceği hanıma kör oğlundan bahsetmez ve onu saklamayı tercih eder. Birden çok festivalden ödülle dönen film, bizlere insanlığı sorgulatırken, bir taraftan da duygusal anlamış olur yaşatıyor.
Arkadaşının yapmış olduğu ödevi yanlışlıkla eve götürmüş olan Ahmed, öğretmeninden eğer ödevi arkadaşına art götürmezse sıfır alacağını öğrenir. Ve böylelikle Ahmed’in yolculuğu adım atar, ikimiz de ona ortak oluruz.
Dürüstlüğün anne eksene yerleştirildiği bu filmimizde kimi insanoğlu Ahmed’e yardım ederken, kimileri ise onu vazgeçirmeye çalışacaktır. Ahmed ve vicdan yolcuğu biz için güzel yol haritası olabilmektedir.
Orta Şark’da hanım olmanın zorluklarını kim bilir en iyi biçimde işleyen filmlerden birisi The Day I Become a Woman.
Havva dokuz yaşına girmiş olduğu gün bundan böyle çevresindekiler tarafınca hanım duyuru edilmelidir ve dışarıdaki adam dostlarıyla oynaması bundan böyle hoş karşılanmayacaktır. Günahlar üstünden ilerleyen filmimizde Ahu ise, bir karı bisikletliler grubu lideridir ve zaman zaman bu yüzden tehdit altında kalmaktadır. Onları dinlemeyen ve karşı koyan Ahu ise onlara karşı yarışı daha da büyütecektir.
Filmin en enteresan kısmı sanıyorum ki isminde gizli saklı. Filmin geçmiş olduğu coğrafyanın şartları fazlaca zorlayıcı olduğundan dolayı atlara ayakta kalabilmeleri için alkol verilmesi gerekiyormuş.
familya babasının ölümünden sonrasında ayakta kalmaya işçi aile, çocuklardan birinin acilen cerrahi operasyon olması icap ettiğini öğrenir ve her şey işte tam da bu aşamada adım atar. 12 yaşındaki Yakup bundan böyle ailenin lideri konumuna geçmiştir ve onu hayli sıkıntılı bir seyahat beklemektedir.
Gelmiş geçmiş en acıklı cenk filmlerinden biridir benim gözümde. Amerikan işgali altındaki Ülkemiz-Uzak sınırındaki bir sığınmacı kampında yaşayan 13 yaşındaki bir kız çocuğunun öyküsünü izliyoruz filmimizde.
Satellite, bilmiş olduğu azıcık ingilizcesiyle bir taraftan almış olduğu duyumları köylülere tercime ederken, bir taraftan da hemen hemen patlamamış olan mayıları biriktirerek para kazanmaya işçi ufaklıklara liderlik yamaktadır. Savaşın acımasızlığı ve ufak bir çocuğun çaresizliğinin kesiştiği bu filmi izlerken göz yaşlarınızı tutamayacaksınız.
İran’dan bir yoksulluk hikayesi daha. Bu kez kahramanlarımız sorunlarını kendileri çözmek için yola çıkıyorlar.
Birden çok değişik problemleri olmasına karşın en büyük problemleri ise Zehra’nın kaybolan ayakkabıları; zira bu durumda iki kardeş tek bir ayakkabıyı ortak üstüne almak zorunda kalıyorlar. Yeni bir çift alabilecek arası olmayan iki krdeş tek bir çiftle günlerini geçiriyorlar. Sabah birisi, öğleden sonrasında bir diğeri ayakkabıyı kullanarak okula gidip geliyor. Bu iki kardeşin sefaleti film süresince yüreklerimizi dağlıyor.
Senelerdir Almanya’da yaşayan Ahmad İran’ı ziyaret etmeye karar verir ve böylelikle filmimiz adım atar. Ahmad’ın ziyareti arkadaşları tarafınca sevinçle karşılanır ve Hazar Gölü kıyısında üç günlük bir tatile çıkmaya karar verirler.
Tatili planlayan karakterimiz Sepideh ise, Ahmad’ın İranlı bir hanımla dünya evine girmek istediğini bilmekte ve sırf bundan dolayı onu kızının anaokul öğretmeni Elly ile tanıştırmak istemektedir. Tatile Elly’i de çağrı eden Sepideh’ın niyeti ise kısa süre içinde ötekiler tarafınca ayrım edilmelidir. Dinlence devam ediyor ve her şey iyi gidiyorken, tatilin ikinci gününde Elly’nin kaybolmasıyla beraber filmin seyri değişmiş olur. Heyecan türündeki bu İran filmi ise, İran sinemasına değişik bir nefes getirmiştir.
İran’dan bir boşanma hikayesi. Öykü evlatlarının velayeti mevzusunda ikileme düşen bir karı kocanın öyküsünü konu alıyor.
Kocası Nader ve kızı ile beraber İran’ı terk etmeye kabul eden Simin, kocasının babasının Alzheimer hastalığının çıkması üstüne taşınma işinden vazgeçmesi üstüne kurulu. Her şeye karşın iran’ı terk yapmak eylemek isteyen Simin, transfer olmak istemeyen kocasına boşanma davası açar. Kızın, babasıyla durmak istemesi ve Nader’in kızı ve babası için hamile bir hanımı bakıcı olarak tutmasıyla beraber problemler daha da içinden çıkılamaz bir durum alacaktır.