Polonya Sineması ve 15 Polonya Filmi!
Polonya Sineması
Polonya; Almanya ile Rusya’ya komşu olmanın zorluklarını eski dönem süresince yaşamış Leh, Alman, Rus ve Yahudi kültürünün dahil içe yaşaması sebebiyle fazlaca kültürlü bir yapıya haiz olan günümüz orta Avrupası’nın yükselen kıymeti. Polonya Film Endüstrisi’nin zamanı de ülkenin kendisi kadar aromalı ve fazlaca yönlüdür. “Polonya Sineması“nı çözümleme edebilmek için eleştiri nokta olan İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası olarak ölçüp tartmak ve karar vermeye çalışmak doğru olabilecektir..
İkinci Dünya Savaşı evveli Erken Evre
Cenk öncesi bu zamanda, Polonya film endüstrisinin en etkili üyelerinden ikisi Kazimierz Prószyński (1875-1945) ve Boleslaw Matuszewski’dir (1856-1943). Kazimierz Prószyński 1894’te, “fotoğrafı devinim ettiren ve ekranda “titremeyi” azaltan bir kamera olan pleografı buluş etti. Sinematografın bulunuşu ve başarı göstermiş bir sekilde kullanılmaya başlaması ile bu aygıt beklenilen ilgiyi görmemesine karşın Prószyński, bu kamerayı iki film şeridi işleminden tek şerit işlemine dönüştürerek daha azca kullanışsız hale getirerek geliştirmeye devam etmiştir. Polonya’da Lumiére Kardeşler’in sinematografı ilk kez Kraków’da 14 Kasım 1896’da belediye tiyatrosunda (municipal theatre) yapılmıştır.
Boleslaw Matuszewski, bu erken devrin dikkat çeken fotoğrafçı ve sinemacılarından biridir. Bolesław Matuszewski, birden çok tarihsel vakası filme çekmesi ile Polonya erken dönem sinemasında mühim bir yere haizdir. Tıbbi bir operasyonu çeken ilk sinemacılardan önde gelen Boleslaw Matuszewski, filmin korunmasını ve film malzemeleri barındıracak müzelerin inşa edilmesini destekleyen yayınlar hazırlamıştır. Bu erken dönem sinemasının, film yaşamına mühim katkılarından birisi de ehil bir Polonyalı animatör olan Wladyslaw Starewicz’dir. Starewicz ilk 3D filmlerinden birisi olarak kabul edilen ‘Kinematograph Cameraman’ın İntikamı’nı (1911) çekmiş ve filmimizde böcekleri kullanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın, Polonya film endüstrisi üstünde yıkıcı bir tesir yaratmış olmasının sebebi katkıda bulunanların çoğunun Yahudi olması idi. Bu zamanda elleri bağlanmış olan sanatçılar 20’lerin sonlarına doğru sessiz ve sesli Yidiş filmleri üretmeye başladılar. Bu filmler Polonya film endüstrisi için etkili bir yere haiz olmasalar da sektörde mühim bir rol oynadılar. 1930’larda gösterilen ilk sesli filmlerin yapımında Joseph Tykociński-Tykociner tarafınca buluş edilen optik bir disk üstünde kayıt meydana getiren ses sistemi kullanılmıştır.
Sessizden sesli beyaz perdeye geçiş döneminde Aleksander Ford, Leonard Buczkowski ve Eugeniusz Cękalski şeklinde adlar yetişmeye adım atmıştır. Sadece Polonya sineması bu zamanda yeniliklere yer vermek yerine Büyük klasiklerin uyarlanmasına yönelimştir. 1929’da kurulan ufak bir öğrenciler topluluğu (Start), bu duruma karşı çıkmaya çalıştı ve ileri sürdüğü görüşler, 1935’te Film Yönetmenleri Kooperatifi tarafınca benimsenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı Sonrası Evre
İkinci Dünya Savaşı esnasında Polonya Sineması yoktu. Naziler, Polonya film endüstrisini de devraldı. İkinci Dünya Savaşı, Polonya sinemasının da yıkımına yol açtı. Leh, Alman, Rus ve Yahudi şeklinde multi kültürel yapısı olan Polonya bu zamanda ağır kayıplar vermiştir. Modernist beyazperde adına mühim gelişmelerin yaşandığı bu zamanda İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı, bir beyazperde hareketi olarak evvel Avrupa’da ondan sonra bütün gezegende çağdaş beyazperde adına mühim atılımlar yapmıştır. Sovyetler Birliği ve Şark Bloğu vatanlarında ise vaziyet birazcık daha değişik gelişmiş, sinemalarda Sovyet modeli uygulanmıştır.
Cenk sonrası SSCB’yi misal alan Polonya’da, film endüstrisi millileştirilmiş ve Ulusal Film Dairesi (Film Polski), bu yıkıntılar üstünde 13 Kasım 1945’te kurulmuştur. Polonya sinemasının en mühim isimlerinden önde gelen Aleksander Ford’un başkanlığında kurulan devlet destekli yapım şirketi Film Polski film endüstrisinin tüm sektörlerinde; prodüksiyon, dağıtım, sinemalar ve eğitimde yer almıştır. Antoni Bodhiewicz Kraków Beyaz perde Enstitüsü’nün (1945-1947) müdürü oldu ve ondan sonra bu kurumun yerini Łódź Beyaz perde Okulu müdürü Jerzy Toeplitz aldı.
Avrupa’nın da en iyi beyazperde okullarından birisi kabul edilen Lodz Film Okulu 1947 senesinde kurulmuştur. Lodz Beyaz perde Okulu, Sovyetler Birliğinin desteği ve Şark Almanya’dan alınan teknik donanımla Lodz şehrinde kurulmuştur. Lodz şehri Varşova’nın siyasal ortamından ırak mütevazi bir ildir. Bu okuldan seneler içinde Polonya sinemasının en mühim sinemacıları olan; Andrzej Wajda, Roman Polanski, Jerzy Skolimowski, Krzysztof Kieslowski ve Krzysztof Zanussi şeklinde dünyaca meşhur yönetmenler yetişmiştir.
Bu mektep başlangıçta birisi erkek oyuncular için diğeri de film yapımcıları için oluş uzere iki bolüm halinde iken ondan sonra tek çatıda toplanmıştır. Lodz Film Okulu, Şark Avrupa’da Komünist kalenin hala yerinde olmasına karşın alışılmadık bir liberal fikri benimsemişti. Sansürün sıkılaştırılması ve sanatın Sovyet tarafınca yönlendirilmesine karşı bir duruş sergilemiştir. Bu, Çekoslovakya’daki bir siyasal aydınlanma süreci olan Prag Baharı ile çakışmaktadır.
Lodz Beyaz perde Okulu
Lodz Beyaz perde Okulu’nda yetişen yönetmenler evvel devrim durumunda bir devinim olan Polonya Beyaz perde Okulu’nun oluşmuna öncü oldular. 1955-1965 yılları arası, Polonya Film Okulu’nu meydana getiren Andrzej Wajda, Andrzej Munk, Jerzy Kawalerowicz ve Wojciech Özgü bu zamanda ilk filmlerini yaptılar. Polonya Film Okulu yalnızca yerleşik mevzuları ve estetiği ele almakla kalmadı, ideolojiyle ulusal konuların deneysel bir görsel biçemle birleştiği, kendine özgü formlar da buldu, böylece tutarlı bir birlik “auteur” sinemasına münasip bir ifade biçimi yarattı.
Jerzy Kawalerowicz (Celuloza, 1953-1954; Gece Treni [Pociąg], 1959), Andrzej Wajda (Pokolenie, 1954; Kanał, 1957; Küller ve Elmaslar [Popiół i diament], 1958), Andrzej Munk (Człowiek na torze, 1956; Eroika [Eroica], 1958; Zezowate szczęście, 1960) bu donemde nemli yapıtlara imza attılar. Yapıtlardan bazılarındaki gerçekçi ve eleştirel tavır sergileyen başarısızlığa mahkûm, fakat ulusun kurtulması için lüzumlu olan bireysel kahramanlık, kendi ulusal topluluğu içinde bir yer bulamayan insanoğlunun dramı şeklinde talar üstünden yansıtılmıştır.
1968-1989 yılları arasındaki zamanda Polonya’da Demokrasi iktidara vardığında bile, çağdaş neslin başta gelen film yapımcılarının çoğunu Lodz Film’den mezun müşaahade ediyoruz. Yeni devrin bu mühim yapımcılarından bir kısmı, bir tek Polonya’nın değil, bununla beraber bu neslin en iyi yapımcılarından sayılıyor. Roman Polanski (d.1933), Krzysztof Kieślowski (1941-1996), Andrzej Wajda (1926) ve Zbigniew Rybczynski (1949), bu seçkin Polonyalı film yapım neslinin üyelerindendir. Bu adların içinde ‘Bıçak’ (‘Knife in The Water’ ,1962), ‘Tiksinti’ (‘Repulsion’), ‘Rosemary’nin Bebeği’ (‘Rosemary’s Child’, 1968) , ‘Çin Mahallesi’, (‘Chinatown’, 1974) fillerine imza atmış ve dünya genelinde ün kazanmış olmasına rağmen kendi ülkesinde ve kendi dilinde ürünler ortaya koymamıştır.
Polonya’nın Vicdanı
70’li yılların öteki mühim yönetmeni ise “Polonya’nın Vicdanı” olarak herkesçe malum olan Wajda’dır. ‘Mermer Adam’ ve ‘Demir Adam’ filmleri ile ünlenen Wajda İkinci Dünya Savaşı’nda Polonyalıların durumu temalı filmleri ile Polonya sinemasında ayrıksı ve hususi bir yere haizdir. 1970’lerin sonunda ise Polonya sinemasına damgasına vurmuş olan Etik Kaygı Sineması’nın önderleri (Krzysztof Kieślowski, Agnieszka Holland, Janusz Kijowski) Dayanışma Ruhu’nun gücüyle daha hür ve ideolojik kısıtlamalardan sıyrılmış bir beyazperde istediler sadece Aralık 1981’de, liberalleşme hareketi ansızın durdurulunca, Polonya sineması sallantılı bir durumda kalmıştır.
1989’dan itibaren başlamış olan rejim değişikliği aşaması Polonya sinemasında verimli bir devrin başlangıcı olmuştur. Andrej Wajda 1990’da Korezak ile beyaz perdeye dönmüşünün haricinde, Kieslowski’nin Polonya devlet televizyonu için çekmiş olduğu on bölümlük Dekalog (1989-1990), Skolimowski imzalı ‘Ay Işığı’ (‘Moonlighting’, 1982) bu devrin mühim yapımları içinde sayılmaktadır.
Polonya sinemasında 90’lı seneler denildiğinde akla iki ad gelmektedir. Bu iki ad Agnieska Holland ve Kieslowski’dir. Kieslowski bir tek memleket sineması için değil dünya sineması için de mühim bir yere haiz olan Üç Renk Üçlemesi (Three Colours, 1993-1994) filmlerini bu zamanda ortaya koymuştur. Agnieska Holland ‘Europa Europa’ (1990), ‘Olivier Olivier’ (1992), ‘Gizli saklı Bahçe’ (‘The Secret Garden’, 1993) şeklinde filmleri ile adından sürekli olarak bahsedilen bir direktör haline gelmiştir. Polonya’da bugün ise, eski bir film okulu geleneğinden gelen, siyasal çatışma ve toplumsal ayaklanma zorluklarından kurtulmuş yeni fikirler ve yeni yüzler gördüğümüz bir beyazperde yapısı var olan.
Yeni yüzyıl ve yeni liberalizmle beraber, Polonya beyazperde endüstrisinin sinemaseverlere sunacakları fazlaca şey olacağı inancındayız. Sizler için Polonya sinemasının başlıca yapımları arasından derlediğimiz öne çıkan 15 filmlik listemiz…
Czlowiek Z Marmuru / Mermer Adam (1977)
Meşhur Polonyalı direktör Wajda tarafınca çekilen Polonya’da toplumcu düzenin inşa edilmeye çalışmış olduğu zamanda yaşanmış olan bedelleri mevzu, bahis alan toplumcu seviye eleştirisidir demek yanlış olmaz. Film iki bolüme ayrılarak ilerler; bir araştırmacı sinemacı ekibin yasadığı donemde halk kahramanı olan Birkut’un hikâyesini araştırmaları ile filme mevzu, bahis olan Birkut’un hikâyesi paralel olarak yürümektedir. Toplumcu seviye destekçisi bir duvar ustasının (Birkut) çalmış olduğu inşaatın bitiş sürecini hızlandırmak adına devlet ve medya desteğiyle kahramanlaştırılmasını mevzu, bahis alır. Ve Birkut’un sosyalizm anlayışından nasıl uzaklaştığı adım adım izletilir. Bu filmi izleyenler devam filmi durumunda olan ‘Demir Adam’ filmini kaçırmamaları tavsiye edilmelidir.
Człowiek z żelaza / Demir Adam (1980)
‘Mermer Adam’ filminin devam filmi olma niteliği taşıyan 1980 senesinde meşhur direktör Wajda tarafınca çekilmiş filmdir. Gdansk tersanesi isçilerinin bırakım sureci ile açılış meydana getiren filmin bas kahramanı mermer insanın oğlu Maciek Tomczyk’dir. Üretim merkezinde kaynak ustası olarak işçi Tomczyk bununla beraber bırakım komitesi üyesidir. Bu süreçte ön plana çıkan Tomczyk’le ilgili saygınlık zedeleyici bir havadis, bilgi, salık yapmakla gayesi ile gizli saklı servisler tarafınca görevlendirilen radyo editörü Winkel Tomczyk’i tanıyan insanlarla yapmış olduğu görüşmeler neticesinde mevzuyla ilgili fikirlerini değiştirecektir.
Ida (2013)
Polonyalı direktör Pawel Pawlikowski’nin katılmış olduğu birden çok festivalden ödülle dönen bu siyah-beyaz ve durağan(durgun) kamerayla çekmiş olduğu 2013 yılında yapılmış filmdir. Ida (Anna), Manastır’da yetişmiş ve senelerdir hazırlığını yapmış olduğu rahibelik yemini etmeye azca bir süre kala, Yahudi olan teyzesi ile tanışır. Teyzesi Wanda, Yahudi katliamından görevli olan askerler ve Yahudileri suç duyurusu eden insanları yargılayan bir savcıdır.
Anna ailesinin Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı esnasında uyguladığı Yahudi katliamından nasıl etkilendiklerini öğrenir ve bu süreç Ida için kendini bulma yolculuğuna dönüşüyor. Filmin kamera/ziya/gölge kullanımı ve kartpostal niteliğindeki görüntüleri ile her karesi adeta sanat eseri değerinde. Bilhassa savcı Wanda’nın intihar etmiş olduğu sahneyi seyretmek çözümlemek oldukça zevkli… Film 2013 Gijon En İyi Senaryo, 2013 Londra En İyi Film, 2013 Les Arcs En İyi Film, 2013 Varşova Büyük mükafat, 2013 Toronto Fıprescı Ödülü, 2014 Polonya Film Ödülleri En İyi Film, En İyi Hanım Artist (Agata Kulesza), En İyi Direktör, En İyi Kurgu odüllerini toplamıştır.
Katyn / Katyn Katliamı (2007)
Konumu sebebi ile Hitler ve Stalin içinde kalan Polonya halkını ve Katyn Katliamı’nı mevzu, bahis alır. 1940 senesinde toplumcu düzene karşı olan 22.000 kişinin infaz edilmiş olduğu Katyn Katliamı’na ilişkin çekilmiş olan tek filmdir. Filmi izlemeden evvel kırım hakkında informasyon sahibi değilseniz Wajda’nın bakış açısından izlemeden evvel bu mevzuda okuma yapmanız naçizane önerimdir.
Birden çok değişik nazar acısı ile yorumlanan bu katliamı, bu katliamda öldürülen subayları ve geride kalan ailelerinin bilhassa de eslerinin tutunmaya emek harcamaları mevzu, bahis edilmelidir. Filmin tamamında infaz sahneleri de iç oluş suretiyle gerçekliği iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Bilhassa nihayet 15 dakikalık kısmı için bile izlenmeye kıymet.
Krótki Film O Milosci / Aşk üstüne Kısa Bir Film (1988)
“sürekli olarak politik yapımlar mı?” dediğinizi duyar gibiyim. İşte duygusal hüzünlü sevenler! İşte sizler için muhteşem, harikulade bir Polonya yapımı film…Dar açılar ve karanlık atmosferi, karakter esas alan yakın plan çekimleri, azca diyalog ile fazlaca şey özetleyen bir filmdir ‘Aşk üstüne Kısa Bir Film’. Apartmanlara hapsolmuş günümüz insanı birbirine erişmek yerine duvarların içinde aşkı nasıl büyütebilir müşahade etmek ister misiniz? Tomek’in karşı apartmanda oturan Magda’yı bir teleskop ile izlemesi ve sonrasında ikili içinde gelişen evrelerine birebir şahit oluyoruz film süresince. Bir adamın masum aşkı, bir kadının sert gerçekliği ile bir aşk nasıl çözüme ulaşabilir ki?
Loving Vincent (2017)
‘Loving Vincent’, yönetmenliğini Dorota Kobiela ve Hugh Welchman’ın beraber yapmış olduğu 2017 çıkışlı biyografik animasyon konulu bir filmdir. Ortalama 130 sanatçının 65 bin farklı yağlı boya resmiyle meydana getirdiği, gezegenimizin tamamı yağlı boya tablolardan meydana gelen ilk filmi ‘Loving Vincent’, yedi senelik kolektif bir sürecin ürünüdür. Sanatçıların üretmiş olduğu ürünlerin yorumlaması hazırlanırken hep benzer ikilemde kalırız. Bu sanatçının yalnızca içindekilerini ya da gördüklerini somut bir degisecek haline getirme isteği midir? veya kendini kişilere ya da topluma anlatma biçimi midir? sürekli olarak üstüne bir şeyler yazılan bu ikilem, mevzu, bahis Vincent Van Gogh olunca benim için emsalsiz bir netlik kazanıyor.
Yaşamının bir bölümünde para ele geçirmek adına ürünler de ortaya koymasına rağmen, bilhassa hastalığının ilerlediği nihayet dönemlerde yalnız ve sevgisiz olan ressam yalnızca kendini ifade edebilmek için üretir…Kendi tabloları üstünden kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar ışığında yaşamının bir periyodunu kendi bakış açısından ve satırlarından takip edebilmek muhteşem, harikulade bir edinim. Sanatın sanatla bir araya gelmesinin kuvveti mutlak surette kaçırılmamalı…
Na Srebrnym Globie / Gümüş Küre (1989)
1989 senesinde direktör Andrzej Żuławski tarafınca yönetilen fantastik-bilim kurgu filmidir. ‘Gümüş Küre’, Polonya komünist hükümeti tarafınca sıkıdüzen mağduru olmuş olmasına rağmen, filmin alaka görüp merak uyandırmasının arkasından yönetmeni sürgünden dönerek filmin ziyan olmuş bölümleri yeni görüntüler ve dış ses anlatımıyla tamamlanmıştır. Sıkıdüzen sebebi ise kitlelerin öteki gök cisimlerinin kalıcı sömürgeleştirilmelerini ciddiye almaları meselesi idi.
Bu engellemelere maruz kalmasa idi kim bilir metamorfik teknoloji klasiklerinin en başlangıcında yer alabilirdi. Yeni bir hayat alanı düşleyen bir grup astronotun gezegeni terkediş öyküsünü konu alıyor. Yönetmenin yapmış olduğu, hem teknik aynı zamanda tematik olarak benzeri görülmemiş bir feza tanımlamasıydı. Filmi dijital destekli görsellerden meydana gelen tasarlanmış bir galakside algısı sıfırdan oryata çıkarmak, üretmek yerine, fazlaca ırak olmayan bir gelecekte ayda kurgulamıştı.
Nóż W Wodzie / Sudaki Bıçak (1962)
Polonyalı bir çift yolda karşı karşıya geldikleri genç bir otostopçuyu teknelerine çağrı ederler. Filmin buradan sonraki bolümü ise tek mekânlı olarak bu teknede geçer. Varlıklı ve başarı göstermiş bir adam karısını etki altına almak için yakışıklı bir talebe olan otostopçuyu aşağılamaktan kendini alamaz ve bu vaziyet hanım, adam ve genç otostopçu içinde kıskançlık kuvvet ve iktidar çatışmasına döner. Roman Polanski bu filmimizde kısıtlı mekân kullanımına karşın tekrar mükemmel açılar yakalamış olmakla birlikte dar alanda heyecan yaratma mevzusundaki başarısını gözler önüne seriyor. Filmi, karakterler üstünden politik olarak okumak ve her karakterin bir simge olduğu ve yaşanılan döneme ilişkin izler tasıdığı da aşikârdır. Film En İyi Yabancı Film branşında Oscar’a aday gösterilmiştir.
Pasazerka / Yolcu (1963)
Polonya sinemasının yönetmenlerinden önde gelen Andrzej Munk’un nihayet (yarım kalış) filmi Cannes, Venedik şeklinde en mühim festivallerden ödüllerle dönmüştür. Polonyalı direktör filmin yapımı esnasında ölünce, ‘Pasazerka’ (‘Yolcu’) yarım kalmıştır. 1963’te Munk’un nazar açısına sadık kalmış olarak tamamlanıştır. Liza İkinci Dünya Savaşı’nda Auschwitz’de bir SS müfettişliği yapmış bir hanımdır. Seneler sonrasında bir transatlantikte kamptaki tutsaklardan önde gelen Marta ile karşılaşması ve geçmişi yine hatırlamasını mevzu, bahis alır. son derece acıklı parçalar halindeki yer yer kare kare görüntülerle ikimiz de bu geçmişin iki değişik yüzüne şahit oluruz.
Rejs (1970)
Sıradaki film güldürü sevenlerin ilgisini çekecek 1970 Polonya yapımı bir güldürü filmi. Direktör Marek Piwowski tarafınca çekilmiş olan bu film Polonya sinemasında ilk kült filmlerden birisi olarak değerlendirilmektedir. Kaçak bir yolcunun Vistula Nehri’nden geçen bir gemiye çıkan bir gemiye gizlice girmesi ve sonrasında gelişen vakaları mevzu, bahis alır.
Kaptan, kaçak yolcuyu Komünist Parti kültürel koordinatörü zanneder ve kaçak konuk de bu görevi bozmadan oynamaya adım atar ve yeni rolüne derhal adapte olur. Kendi gülünç diktatörlüğünü yaratan kaçak ve beraber kısa bir yolculuğa çıkan bir grup insanoğlunun bir ırmak süresince kısa bir dinlence yapmış olup, hayat ve iş talepleriyle tekrardan yüzleşmelerini hicivli bir lisan ile anlatır.
Sanatorium Pod Klepsydra / Kum Saati Sanatoryumu (1973)
Fantastik ve sürreal Avrupa sinemasının en güzel örneklerinden önde gelen ‘Sanatorium Pod Klepsydra’ dönemin çizgisel olmama halini en muhteşem, harikulade özetleyen filmlerden biridir. Babasını ziyaret yapmak eylemek suretiyle sanatoryuma giden bir insanın burada gezerken karşılaşmış olduğu birbirinden enteresan karakterleri, zaman-mekân dışı bir boyutta düş ile gerçek içinde yaşamaya başlaması ve zaman-mekan kurgusunun nasıl alt üst bulunduğunu seyirciye aktarır. Gerçek üstü bir gezegende kurgulanmış bir düş/karabasan olarak tanımlanabilir. 1970’lerde çekilmiş olmasına karşı sınırsız bir düş gücünün ürünü mekanlar ve atmosferler, tek plan çekimlerin ustaca kullanılışı sinemacılar için ders niteliğindedir.
The Ghost Writer / Hayalet Yazar (2010)
ehil direktör Polanski’nin yönetmiş olduğu politik gerilim konulu bir filmdir. Film Robert Harris’in “The Ghost” isminde romanından uyarlanmıştır. Filmin iskeletinde eski bir İngiliz Başbakanı’nın anılarını yazması için tutulan bir yazar bulunur. Yapmış olduğu araştırmalar neticesinde ortaya çıkardığı gerçeklerle aniden kendini CIA, Amerika ve Reis üçlemesi içinde kabul eden yazarın hikayesi ince ince işlerken, temposunu sonuna kadar sakınan iddialı ve yürekli bir üslupla kendini ifade eden bir film ortaya koyar Polanski… Film 2010 Avrupa Film Ödülleri seçkisinde En İyi Film Ödülü kazanmıştır.
The Pianist / Piyanist (2002)
Beyaz perde ile ıraktan yakından bir nebze bağlantınız var ise bu filmi izlememiş olma ihtimaliniz yoktur sanırım. Gösterime girmiş olduğu seneden itibaren bir çok film listelerinde yüksek puanlar almış olan ‘Piyanist’ bir fazlaca ödülü de bununla beraber kucaklamıstır. ‘Piyanist’ hüzünlü türünde, 2002 senesinde çekilmiş, yönetmenliğini Roman Polanski’nin yapmış olduğu, Polonyalı meşhur piyanist Wladyslaw Szpilman’ın anılarını anlattığı kitabından beyaz perdeye uyarlanan ikinci Dünya Savaşı esnasında yaşanmış olan gerçek bir dramı mevzu, bahis alır.
Nazi periyodunu ve Holocaust’u son derece iyi özetleyen film, Nazi Almanyası’nın gerçekleştirmiş olduğu Yahudi katliamına Varşova gettosu ayaklanması çerçevesinden bakarak Yahudi direnişini de işlemesi bakımından öteki İkinci Dünya Savaşı filmlerinden ayrılır. Bu anlatımı Nazi işgali altındaki Polonya’da tutsak kampına gitmekten kurtulan meşhur piyanistin Varşova’nın kıyı mahallelerindeki hayatta kalma mücadelesi eşliğinde muthis görüntüleri, tanım edilemez gerçekçiliği ve incelikler ile işlenmiş bilgileri ile yapar.
Piyanist rolünü canlandıran seyrettiğimiz ve En İyi Adam Artist branşında Oscar alan en genç artist Adrien Brody’nin başarı göstermiş oyunculuğuna değinmeden de olmaz doğal ki. Film benzer sene Oscar mükafat töreninde En İyi Direktör, En İyi Uyarlama Senaryo ödüllerinin de sahibi olmuştur.
Trois Couleurs / Üç Renk
Kieslowski’nin, Fransa bayrağındaki renklerin temsil etmiş olduğu anlamlardan yola çıkarak oluşturmuş olduğu ilk film olan ‘Trois Couleurs: Bleu’ (Mavi)’de özgürlük temasını – ‘Trois Couleurs: Blanc’ (Ak)’da eşitliği – ‘Trois Couleurs: Rogue’ (al)’da kardeşlik temasının işlenmiş olduğu üçlemedir. Bu üç rengi üç farklı hanım figürü üstünden işleyen direktör renkleri baskın olarak kullanmak yerine onlara simgesel değerler kazandırmıştır.
Trois Couleurs: Bleu
Üçlemenin ilk filmi olan ‘Trois Couleurs: Bleu’, meşhur bir besteci olan eşini ve kızını bir kazada kaybeden bir kadının çekmiş olduğu acıyı hafifletmek adına kendisini geçmişinden soyutlamaya çalışmasını “özgürlük” teması ile bağıntı olarak anlamaktadır. film süresince özgürlüğün sembolü olan mavinin simgesel kullanımı dikkat çekicidir.
Trois Couleurs: Blanc
Üçlemenin eşitlik temasını ele almış olduğu ikinci filmi ‘Trois Couleurs: Blanc’, Dominique’in iktidarsız olduğu sebebi öne sürülerek terk etmiş olduğu eşi Karol ile yaşamış olduğu boşanma aşaması ve sonrasında Karol’ın cektiği sıkıntıları ve aşağılanmanın vermiş olduğu eşitsizlik hissini altta kalanın intikam alma çabası penceresinden seyirciye sağlıyor.
Bireysel eşitlik teriminin yanında ayrıca ayrıntılı seyretme ile post-komünist Şark Avrupa sineması örneklerinin çoğunda olduğu şeklinde art planda politik mesajlar vermeyi de dikkatsizlik etmediğini gözlemliyoruz. Komünist rejim sonrası Polonya’da eşitlik terimini sorgulamamıza niçin olabilmektedir.
Trois Couleurs: Rouge
Üçlemenin nihayet filmi ‘Trois Couleurs: Rouge’, anne karakter Valentine’nin Rita adlı bir köpeğe çarpması ile rastlantı eseri hayatına giren ihtiyar hakim Kern arasındaki kardeşlik bağının nasıl geliştiğini konu alıyor. Serinin nihayet filmi olan ‘al’da karakterlerin öteki filmlere bakılırsa daha olgun tavırlar sergilemesi ve yaptıklarının bedellerini ödemekten çekinmemesi, bir çeşit kendilerini tamamladıklarını müşahade etmek olasıdır.
Zimna Wojna / Soğuk Cenk (2018)
‘Soğuk Cenk’, Paweł Pawlikowski’nin 2018 çıkışlı 6. uzun metraj filmidir. İlk gösterimini 2018 Cannes Film Festivali’nin anne yarışma bölümünde gerçekleştiren filmin başrollerinde Joanna Kulig ve Jeanne Balibar yer almıştır. Soğuk Cenk esnasında Polonya ve Avrupa’nın durumu, iki müzisyen arasındaki tutkulu aşk hikâyesi üstünden işler. Varşova’dan Berlin’e oradan Paris’e ve Yugoslavya’ya kadar uzanan Komünist Partisi, ulusal dans ve şarkılardan meydana gelen bir folklor ekibinin turnesi kapsamında bu coğrafyada yaşayan kitlelerin yaşayış biçimleri ve kültürlerine ziya meblağ. Kara ak çekilmiş bir donem filmi olmasının yanında ayrıca Mazowsze ile avangart piyanist ve besteci Marcin Masecki ilişkin şarkılar ile bir araya gelmesi ile hem görsel hem işitsel bir şölen sunmakta.