Perry Mason 1. Sezon 1. Bölüm İncelemesi

HBO’nun sekiz bölümlük yeni dizisi Perry Mason, Erle Stanley Gardner’ın popüler suç romanlarında yer alan Perry Mason karakterine odaklanıyor. İlk olarak 1933 yılında, The Case of the Velvet Claws romanında okuyucuların karşısına çıkan Perry Mason, 1930’ların Los Angeles’ında yaşayan ve çoğu zaman haksız biçimde suçlanan sanıkları savunan bir avukat. Daha önce film uyarlamalarına da konu olan karakterin asıl şöhrete kavuşması, 1957-1966 yılları arasında CBS kanalında yayınlanan diziyle gerçekleşiyor. Hollywood’da televizyon için çekilen ilk bir saatlik dizi olan ve bugün suç dizilerinde sık sık karşımıza çıkan formüllerin çıkış noktası olarak gösterebileceğimiz Perry Mason, adını aldığı karakteri her hafta farklı bir davayı çözen bir savunma avukatı olarak ele alıyor.
Ron Fitzgerald ve Rolin Jones’un yaratıcısı olduğu yeni Perry Mason ise sevilen karakterin hikâyesini mahkeme salonundan çıkarıp Los Angeles sokaklarına taşıyor. Bölüm sonunda çözüme kavuşan haftalık gizemler yerine daha uzun soluklu bir maceraya ortak ediyor izleyiciyi. Romanlardan ve artık klasikleşmiş dizi uyarlamasından farklı bir yol izleyen bu yeni versiyon, Perry Mason karakterinin orijin hikâyesini anlatıyor. The Americans dizisiyle övgü toplayan Matthew Rhys’ın hayat verdiği Mason’ı henüz bir savunma avukatı olmadan önce, Los Angeles’ta özel dedektiflik yaparak geçimini sağlamaya çalışırken izliyoruz.
Ailesinden yadigar kalan, ancak zamanla etrafına küçük çaplı bir havalimanının inşa edilmesiyle neredeyse yaşanmaz hâle gelen bir çiftlikte tek başına yaşayan Mason, I. Dünya Savaşı’na katılmış, yürütemediği evliliğinden dokuz yaşında bir oğlu olan eski bir asker. Günlerini Los Angeles’ta, Hollywood stüdyoları için film yıldızlarını takip edip, onlara karşı kullanılabilecek materyaller toplayarak geçiriyor. Gereğinden fazla içiyor ve kayda değer tek ilişkisi seksin ötesinde yakınlık kurmadığı bir pilot olan Luna ile.
Los Angeles’ta artık 1931’in son günleri yaşanırken, şehir sıra dışı bir cinayetle sarsılıyor. Emily ve Matthew Dodson çiftinin bir yaşındaki oğlu Charlie fidye için kaçırılıyor. Genç çift oğullarına kavuşmak için istenen 100 bin doları ödese de, sonunda çocuklarının cansız bedeniyle karşılaşıyor. Üstelik Charlie’yi öldüren her kimse, nedenini bilmediğimiz bir şekilde çocuğun gözlerini de dikerek bir vahşet gösterisi sunmuş. Bu tuhaf detay, Charlie’nin ritüelistik bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini gösteriyor.
Dizi, hikâyesini bu cinayet üzerinden kuruyor. Perry Mason’ın daha önce birlikte çalıştığı deneyimli bir avukat olan E.B. (John Lithgow), genç çiftle aynı kiliseye giden güçlü bir iş adamının isteği üzerine Dodson çiftinin avukatlığını yapıyor. Bu davada gerçekleri ortaya çıkarması için de Mason’ın yardımını istiyor. Gönülsüzce de olsa davayı kabul eden Mason, ilk bölüm boyunca davayla ilgili insanları ve mekânları ziyaret ederek neyle karşı karşıya olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Bunu yaparken de davaya atanan polislerle karşı karşıya geliyor. İlk bölümdeki bu arayış hikâyenin merkezinde yer alan gizemle ilgili çok fazla detay açığa çıkarmıyor belki ama dizinin ana karakterini yakından tanımamıza zemin hazırlıyor.
Bölümün daha başında, birlikte çalıştığı Pete tarafından hayatın zevklerini takdir etmemekle suçlanan Perry, içinde yaşadığı şehre ve bu şehri mesken tutan insanlara mesafeli ve bir nebze tiksintiyle yaklaşıyor. Oğlu öldürülen bir kadınla duygu dolu bir konuşma yaptıktan hemen sonra davanın şüphelileri arasına onu da ekleyebiliyor. Eline yıldız bir oyuncunun çıplak fotoğrafları geçtiğinde, kendisine iş veren stüdyodan para koparmaya çalışmaktan geri durmuyor. Perry ahlaki değerlerden yoksun davranıyor çünkü bu şehrin böylesi değerlere layık olduğunu düşünmüyor. Ona göre bu şehirde “herkes suçlu”. Ancak Charlie’nin gözleri dikilmiş cesediyle yüz yüze geldiğinde düğümlenen boğazı, yüzündeki şok ifadesi, Perry’nin soğukluğunun, kayıtsızlığının yaşadığı şehrin bir yansıması olduğunu ve bir bebeğin ölümü karşısında dağılıp gittiğini gösteriyor.
Perry Mason 1. Sezon 1. Bölüm: Bu Şehirde Herkes Suçlu
1932 arifesi. Dünyanın geri kalanı gibi Amerika’nın da büyük buhranın etkisiyle kırıldığı yıllar. Oysa dizide gördüklerimizden bunun büyük buhran dönemi olduğunu anlamak epey güç. Çünkü burası Los Angeles ve Hollywood altın çağını yaşıyor. Partiler ve havai fişekler arasında büyük buhrana yer yok. Arada Perry Mason gibi haddini bilmezler çıkıp, gariban halkın bir iki saatliğine de olsa dertlerini unutmasını sağlayan film yapımcılarını rahatsız etmese, buhranın lafı bile geçmeyecek. Dizinin ilk bölümünde en iyi kotardığı işlerden biri, mesken tuttuğu şehrin ruhunu başarıyla izleyiciye aktarabilmesi. Burası insanların hayranlık duydukları film yıldızlarını bir an bile düşünmeden ateşe attığı, bebek cesedi bulunan tramvayın bir gün sonra turist atraksiyonu hâline geldiği bir şehir. Ve Perry bu şehrin gerçek yüzünü, günahlarını biliyor. Charlie’nin cinayetini araştıran polislerden birinin doğrudan bu cinayetin parçası olduğunu öğrenmek izleyici olarak bizi şaşırtabilir belki ama Perry için yozlaşmış polislerin alışıldık bir olgu olduğunu tahmin etmek güç değil.
Los Angeles Polis Departmanı’ndaki yozlaşmaya değinmesi, dizinin yayınlandığı dönemle güçlü bir bağ kurmasını sağlıyor. İlk bölümde yozlaşmış bir polisin bir adamı gırtlağına basarak öldürdüğünü gördüğümüzde, akıllara hemen George Floyd geliyor. 1930’larda yayımlanan romanlardan uyarlanan dizideki olayların bugün yaşananlarla paralellikler taşıması, diziden çok dünyaya dair bir şeyler söylüyor aslında.
İlk bölümünü The Sopranos ve Boardwalk Empire gibi dizilerle tanınan Timothy Van Patten’ın yönettiği dizinin 1930’ların Los Angeles’ını başarıyla ekrana taşıyan yapım tasarımı ve noir türüne yakın duran anlatısını destekleyen görsel dili, Matthew Rhys ile birlikte dizinin en güçlü silahları olacak gibi görünüyor. Müzikler konusunda ise dizi istediği hissiyatı yaratmak için kendisinden önce gelen film noir’lara biraz fazla bel bağlıyor ve ilk bölüm itibarıyla müzik kullanımında kolaya kaçarak özgünlükten uzak tercihlere imza atıyor.
Perry Mason, ilk bölümüyle biraz Chinatown, biraz True Detective’den izler taşıyan –ki dizi ilk duyurulduğunda zaten True Detective’in yaratıcısı Nic Pizzolato tarafından hazırlanması planlanıyordu- bir hikâye vadediyor. Ancak dizinin benzer bir etki yaratması için önümüzdeki bölümlerde birkaç önemli kusuru kapatması gerekiyor. İlk bölüm itibarıyla dizinin hem kadın karakterlerin temsili hem de kapsayıcılık açısından sınıfta kaldığını söylemek mümkün. Her ne kadar ilk bölüm Perry Mason karakterini tanıtmaya odaklanmış olsa da, bu durum gördüğümüz en kayda değer kadın karakterin E.B.’nin yanında notlar almaktan başka bir şey yapmayan Della Street (Juliet Rylance) olduğu gerçeğini haklı çıkarmaya yetmiyor. İlgi çekici bir ana karakter inşa etme yolunda ilk adımı atan dizinin, yan karakterleri, özellikle de kadın karakterleri için de aynı şeyi yapması gerekiyor.