In the Dark 2. Sezon Değerlendirmesi

In the Dark, Murphy adlı görme engelli bir kadının yakın arkadaşı Tyson’ın cinayetinin peşine düşmesini ve bu sayede hayatı için yeni bir amaç edinmesini konu alıyor. Murphy, Tyson’ın katilini bulmak için elinden geleni yaparken birçok farklı maceraya atılıyor ve hayatına yeni insanları dahil ediyor. Corinne Kingsbury’nin yaratıcısı olduğu In the Dark 2. sezonda “Tyson Cinayeti”nin gizemini ardında bırakıyor ve ana karakterlerini suç dünyasının tam ortasına atıyor. Cinayeti Dean’in işlediğini öğrenen Murphy, bu sefer de, Dean’in hak ettiği cezayı alması için elinden geleni yapmaya koyuluyor. Murphy, Şikago polis teşkilatı tarafından suçları örtbas edilen Dean hakkındaki gerçekleri ortaya çıkarmak isterken, kendisini Tyson’ı da çalıştıran uyuşturucu satıcısı Nia Bailey’le (Nicki Micheaux) iş birliği yaparken buluyor. Aynı zamanda, düştüğü suç batağına kendisiyle birlikte, Jess (Brooke Markham) ve Felix’i (Morgan Krantz) ve hatta köpekleri görme engelli insanlara rehberlik etmesi için yetiştiren, ailesine ait yardım kuruluşu Guiding Hope’u da sürüklüyor. Dizinin ilk sezonundan beri fevri davranışlar sergileyen Murphy, kendisini belaya sürükleyen bu davranışlarına ikinci sezonda da devam ediyor ve ilk sezonda yakın arkadaşının cinayetini araştırırken bile acemi kalan grup, bu kez, Nia’nın önderliğindeki uyuşturucu çetesi için para aklamaya başlıyor. Ben Stiller’ın da yapımcıları arasında olduğu dizinin ikinci sezonu, tonu konusunda dram ve komedi türleri arasında ilk sezonunda olduğu kadar sık gelgitler yaşamıyor ancak, ana karakterinin sevilebilirliğini zedeleyen anlatısına, karakterlerin acemiliklerinden komedisini sağarken, sorunlarına hızlı fakat yüzeysel açıklamalar getirmeye devam ediyor.
In the Dark 2. Sezon: Değişen Dengeler
In the Dark, aslında bir bakıma Murphy’nin yaşadığı engele rağmen, hayata tutunma savaşını anlatıyor. Tyson’ın cinayetini araştırmayı kendisine görev edinmeden önce hayattan zevk almayan, kendisini diğer insanlardan eksik görerek genellikle mutsuz olan Murphy, bu amaçla hayata tutunuyor ve kendisini sınırlandırmamaya başlıyor. İlk sezonun sonunda cinayeti Dean’in işlediğini öğrendiğinde ise, hayatının merkezine yeni bir görev oturuyor. Murphy, sistemdeki tüm açıklara rağmen, Dean’in hak ettiği cezayı çekmesi için elinden geleni yapmaya karar veriyor. Ancak, Şikago polisi görev arkadaşlarını ve kendi teşkilatlarının itibarını korumak adına yaşananları örtbas etmeyi seçince, Murphy’nin önüne önemli bir engel çıkıyor. Sahip olduğu tüm kanıtların yok edilmesi yetmezmiş gibi, Murphy’nin bir de Max’i koruması gerekiyor ve bu sırada tahmin edemeyeceği boyuttaki belalara bulaşıyor. İşlediği cinayetten ceza almadan sıyrılan Dean üzerinden, ülkedeki yargı sisteminin açıklarının da altını çizen ikinci sezon, birinci sezona kıyasla hikâye anlamında çok daha gelişmiş. Tyson’ın cinayetini çözmeye odaklanan ilk sezonda, yaşanan tüm olaylar şüpheli bir vakayı çözmeye odaklıyken, ikinci sezon, Murphy, Felix ve Jess’i para aklamaya zorlayıp, tehlikeye atarak heyecanı yüksek anlar yaşatıyor ve böylece, hikâyesine farklı bir boyut katıyor. Özellikle, Jess’in Nia’ya yardım ettiği veya Guiding Hope’un gelirlerindeki değişimin gelir idaresi görevlilerinin dikkatini çektiği anlarda, hikâyenin sürükleyiciliği ve heyecanı büyük ölçüde artıyor. Karakter gelişimini, yaşanan beklenmedik olaylarla destekleyen dizi, bazen de onlarla ilgili edindiğimiz izlenimleri tamamen yıkıyor. Örneğin, Dean, geleneksel normlara dayanarak en başından beri Murphy ile mutlu sonu yakıştırdığımız ideal karakter rolündeyken, bir anda dizinin en kötü adamlarından biri hâline geliyor. Dizi, yaptığı bu ters köşe sayesinde, hem karakter gelişiminin kontrolünü elinde tutuyor, hem de izleyicisine iyi ve ideal konseptleriyle ilgili, özellikle ikili ilişkiler için, geleneksel normların ve ön yargıların her zaman işlemeyebileceğinin, her şeyin her zaman göründüğü gibi olmayabileceğinin sinyallerini veriyor. Aynı zamanda, ilk sezonunda tonu konusunda belirsizlik yaşayan dizi, bu defa kurduğu çok katmanlı suç organizasyonuyla anlatımında yasa dışı aktivitelere daha çok ağırlık veriyor. Yaşanan olaylar derinleşerek farklı boyutlar kazandıkça da, hikâyenin heyecanı artıyor.
Hikâye, ikinci sezonunda farklı katmanlar kazanarak heyecanını arttırıyor fakat, zamanla karmaşıklaşıyor ve dizi genellikle bu karmaşayı çözümlerken diyaloglar arasında geçiştirilen hızlı ve yetersiz açıklamalardan yararlanıyor. Murphy, Jess ve Felix’in, Nia’nın önderliğindeki uyuşturucu çetesi için çalışmaya başlamalarıyla karmaşık hâle gelmeye başlayan hikâye, karakterleri suç dünyasına çekmeye devam ederken, karakterler arasındaki dengeleri değiştiriyor ve gidişatı ani kararların yönetimine bırakıyor. Bu yüzden, olayların tüm karmaşası arasında mantıklı düşündüğümüzde hikâye, ne bu grubun, özellikle Tyson’a zarar veren herkese aşırı derecede bir nefretle yaklaşan Murphy’nin, Nia gibi birine herhangi bir sebeple, başka plan yapmadan güvenmesini, ne de olayların dibine bu kadar batana kadar kimsenin profesyonel bir destek almaya gereksinim duymamasını açıklayabiliyor. Bunun yerine olaylar daima, grup için daha da geri dönülmez bir hâl alıyor. Öyle ki, Max’i korumak için çıktıkları bu yolda, yokuş aşağı hızla yuvarlanıyorlar. İlk sezonda da bağ kurulması güç bir karakter olan Murphy, ikinci sezona daha az sarhoş olarak dönüyor, ancak, sorumsuzluğu ve fevri davranışları, bu kez bencilliğe kadar varıyor. Murphy, sürekli olarak kendi bildiğini okuyor ve kimseye danışmadan aldığı fevri kararlar, herkesi belanın içerisine daha çok çekiyor. Bu sezonda, Murphy ve Felix arasında artan yakınlık, Jess’in grup içerisinde kendisini yalnız hissetmesine sebep oluyor. Felix ve Murphy arasında hızlıca kurulan bu samimiyet, ilk sezonda yaşadıkları zıtlıklar düşünüldüğünde, özellikle Jess ile Murphy’nin arkadaşlığının kuvveti karşısında yetersiz kalıyor. Zaten, genel anlamda, Felix ve Jess’in olan biten her şeye, Murphy’nin verdiği kararlara, tüm bencilliğine, takıntılı davranışlarına ve dik başlılığına rağmen, uyum sağlamaya devam etmelerini, yeterince sağlam sebeplerle desteklenmiyor. Guiding Hope’un gelirlerindeki ani değişim, gelir idaresinin dikkatini çektiğinde Jess, Murphy ve Felix’in üzerindeki baskı bir an için artıyor, ama bunun dışında, karakterlerin yasa dışı faaliyetlerinin tehlikesi, tıpkı bu uçurumdan yuvarlanmaya devam etmek konusunda gösterdikleri istikrarın sebepleri gibi, çok fazla yansıtılmıyor. Dizi, ilk sezonda da olduğu gibi gerilimli anlarını, normal hayatlar yaşayan karakterlerin suç dünyası içine düşmesinden doğan absürdlükle hafifletmeyi hedefliyor. Bunu, ilk sezona kıyasla daha dengeli yapıyor ancak, hâlâ yan hikâyelerin bu normalliği sebebiyle, genel anlamdaki inandırıcılığını ve heyecanını baltalıyor. Dizi, arada kalan bu tutumuyla, bu kadar sıradan karakterlerin, gerçek bir uyuşturucu çetesi için para aklamak zorunda kaldıklarında, hatta bazen daha fazlasını yaptıklarında bile nasıl paniğe kapılmadan kendilerini kaybetmediklerini ve hatta normal yaşamlarına devam edebildiklerini sorgulatıyor. Hâl böyle olunca dizi, bir kez daha birbirinden farklı iki dünyayı harmanlama isteğinde başarılı olamıyor.
Geçtiğimiz günlerde üçüncü sezonu onaylanan In the Dark, özellikle farklı mücadeleler veren karakterlere yer vermesi ve karakterlerini yaşadıkları zorluklarla sınırlandırmamasıyla ilginç bir tutuma sahip. Yer yer ana karakterinin bağ kurulabilirliğini zorlaştıran In the Dark, enteresan bir hikâyeye ve ilk sezonuna kıyasla gelişmekte olan bir dünyaya sahip. Buna rağmen dizi, suçlular ve sıradan insanların farklı dünyalarını harmanlayamıyor, karakterlerin davranışları konusunda izleyicisinin aklında soru işaretleri bırakıyor.