Geçtiğimiz 10 Yılda Çekilmiş 10 Göç Belgeseli

Geçtiğimiz 10 Yılda Çekilmiş 10 Göç Belgeseli

Göçün tanımı “siyasal, toplumsal veya ekonomik sebeplerle bireylerin veya toplulukların bulundukları, oturdukları yerleşim yerini bırakarak başka bir yerleşim yerine veya başka bir ülkeye gitmeleri” olarak yapılıyor.

Göç olgusu senelerdir beyaz perdede kendine yer kabul eden bir mevzu, bahis. Filmlerde gerçekle bağları kopmadan ak perdeye yansısa da belgeseller bizlere işin öteki kısmını, daha üzüntü olan kısmını bütün çıplaklığıyla gösteriyor. Kimliklerin olmadığı, yersizliğin anne mevzu, bahis olduğu, kimi zaman minik bir bavulla yola belirmek, kimi zaman bütün yaşamı geride bırakış. Göçün tanımında da belirtildiği şeklinde göç teriminin birden çok tetikleyicisi var. Çıkılan seyahat kimi zaman ölümcül olabiliyor, hatta bir çok vakit ölümcül olabiliyor. Bir türlü çözülemeyen dünya problemleri, açlık, sefalet, harp şeklinde unsurlar göçün anne temasını meydana getiriyor. Ardında bıraktığı ülkesinde kimliğini de bırakan kişi, gittiği yerde de yabancılığını koruyarak bir çeşit kimliksiz yaşamaya devam ediyor. Göç, gitmekle her şeyin nihai sonuca varıldığı bir seyahat değil ne yazık ki. Yakın vakit içinde ülkesi olan Nijerya’dan ülkemiz’ye göçmüş bir arkadaşımla konuşurken bana söylediği şeklinde; “ülkem yok, yerim yok, kimliğim yok; ben kimim bilmiyorum.”

REKLAM ALANI

Bu listeyi derlerken her türlü göç olgusunu içinde barındıran yapımlar seçmeye itina gösterdim. Değişik vakalar üstünden değişik göç psikolojisini yansıtan belgeselleri listeye aldım diyebilirim. Dünya üstünde her gün göç yolunda birden çok insan yaşamını veriyor; açlık sefalet ve salgın hastalıklarla kafa yapmak eylemek zorunda kalıyor. mavi gezegenin buna gözünü kapatması veya sırtını dönmesi ne yazık ki bu olgunun varlığını yok etmiyor. Belgeselleri listelemeden evvel Stuart Hall‘un sözünü hatırlayalım isterim: “Göç, tek yönlü bir yolculuktur. art dönülecek bir yuva yoktur.”

Rafet’in Evlatları / 2016

Mümin Sulh ve Reşit Ballıkaya yönetmenliğinde çekilen Rafet’in Evlatları, ülkemizde senelerce devrimci mücadelenin içinde var olan Rafet Temur‘un Almanya’daki kardeş komünist partilerle münasebet kurmaya gitmesi ve 12 Eylül darbesine oradayken yakalanarak 24 sene süresince ülkeye art dönememesi üstünden şekillenerek, Toplumcu Emek Hareketi’yle ilişkili gençlere bildiklerini öğretmesiyle aşama kaydediyor. Felsefeden ekonomiye, sosyolojiden psikolojiye kadar değişik alanlara yayılmış bu konuşmalar tam yedi sene sürüyor. Rafet Abi burada bir tek ders vermekle kalmıyor, ülkemiz’den gelen göçmen evlatların hayatlarını da değiştiriyor. Biyografi süresince Rafet Abi’nin hayatına dokunduğu o “çocuklardan” bazılarıyla yapılmış röportajları izliyoruz.

Rafet Abi’nin hayatına dokunduğu insanları gördükçe aslına bakarsak insanoğlunun insana olan desteğinin ne kadar kıymetli bir şey bulunduğunu müşaahade ediyoruz. Belgeseli izlerken daima bir göçe adapte olmakta zorlanma teması da dikkat çekiyor. Yeni bir yeri tanımaya çaba göstermek ve uğraşmak ve ayak uydurmakta güçlük yaşamı sürdürmenin doğurduğu içe kapanıklık veya agresif tavırların dönüşümünü seyretmek ise belgeselde beni en fazlaca duygulandıran yan oldu. Rafet Abi’nin politik tarafınca fazlaca insani tarafının gösterilmesi bir sonraki Berlin’e gidişimde Rafet Abi’yi bir de kendisinden dinleme isteği uyandırdı bende. Biyografi aynı zamanda 2016 senesinde İstanbul Kültür Sanat Vakfı Film Festivali‘nde yarışan filmler arasındaydı.

Tanrı Göçmen Evlatları Sever Mi Anne? / 2019

https://www.youtube.com/watch?v=32V1UhUAhM4

38. İstanbul Film Festivali‘nden ve 30. Ankara Internasyonal Film Festivali‘nden ödülle dönen belgeselin yönetmenlik koltuğunda Rena Lusin Bitmez‘i müşaahade ediyoruz. Göçün kim bilir en büyük mağdurları olan evlatları merkezine alan belgeselde, göçün kim bilir en üzüntü tarafıyla yüzleşiyoruz. Ermenistanlı göçmenleri mevzu, bahis alan biyografi; göçün zorlukları, ev koşulları, hayat şartları ve özlemlerle ilgili bir kapı aralıyor hayatlarımızda. Bu kere bu zorlukları evlatların bakış açısından görüyor oluş ise işin oyun kısmına da sürüklüyor bizleri. Sorularına yanıt arayan çocuklar, yaşamın ciddiyeti ve çocuk olmanın gerekliliği içinde sıkışıp kalıyorlar. Birçoğu ekonomik açıdan ülkemiz’ye göç eden Ermenistanlı ailelerin yaşadıkları minik evleri ve evlatların bakış açısından yaşam ise belgeselin merkezinde yer ediniyor.

Camlarından baktıkları sokaklar üstünden veya sıkışıp kaldıkları minik evlerinin odalarından evlatların yaşamını seyretmek, onların arzuları ve bu arzuları fazlaca uzakta görmelerine tanık oluş, bazen görüntülü bağlanarak konuştukları, arkalarında bıraktıkları kişilere olan özlemlerini müşahade etmek kim bilir bu göç durumunda aslına bakarsak kimin en fazlaca ziyan gördüğünü anlamamıza muavin olabilmektedir. Belgeselde en fazlaca dikkatimi çeken kısım ise; bu evlatların devamlı ülkelerine art gönderilme korkusuyla yaşamaları ve eğitimleri için devamlı bir kaygı halinde olmaları. Göçe evlatların bakış açısından bakmamızı elde eden bu biyografi, kim bilir insanı son senelerde en fazlaca etkileyebilecek yapımlardan birisi.

An Ordinary Life / 2019

Efrat Shalom Danon ve Gili Danon‘nun ortak yönetmenliğinde çekilen belgeselde iki kadının öteki hayatlarına dokunmasını izliyoruz. Fadhumo ve Helen birisi Tel Aviv’de birisi Berlin’de yaşayan iki sığınmacı hanım. Evden ırak bir yerde yaşamı sürdürmenin zorluklarının yanında ötekilik ve ayrımcılıkla savaşım ediyorlar. İki yakın dost olan bu bayanlar bir karar alıyor ve kendileri şeklinde olan hanımefendilere yardım etmeye başlıyorlar. Ati nesiller için daha iyi koşullarda yaşamı sürdürmenin yollarını ararken iki sağlam toplumsal aktiviste dönüşüyorlar. Danon’ların çekmiş olduğu belgeselde iki kadının benzer kaderi paylaşması ve buna tutulan ışığın yanında ayrıca Tel Aviv ve Berlin’de uygulanan göç politikalarının farklılıklarını da ortaya koyuyor.

Devamlı daha iyi bir yaşamın ardında koşan iki dost ve onların yolunu seyrettiğimiz belgeselde, insan nezaketinin ve yaşamının ne kadar kıymetli bulunduğunu bir kez daha hatırlıyoruz. İnsanların rüyalarından vazgeçememleri ve devamlı şanslarının ardında koşmaları motivasyonu ise belgeseli “devamlı ümit olduğu bilinmektedir” mottosunun kucağına yatırıyor.

Cuban Rafters / 2002

Yönetmenlik koltuğunda Carles Bosh ve Joseph M. Domenech‘i gördüğümüz biyografi, kendilerine yeni bir yaşam ortaya çıkarmak için Küba’dan ABD’ya el yapımı bir salla giden yedi arkadaşı mevzu, bahis alıyor. 1994 yazında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber 50 bine yakın Kübalı evlerini arkasında bırakarak ve minik sallara atlayarak Florida’ya doğru yola çıktı. Bu göç yolculuğunda, yolculuğa çıkanların birçoğu yarı yolda denizde boğularak can verdi. Hayatta kalanlar ise Guantanamo Körfezi’nde bir sığınmacı kampında göz altında tutuldular. Bu bilgiler ışığında yolculuktan sağ kurtularla yapılmış röportajlara yer verilen biyografi, daha fazlaca bu yolculuktan sağ kurtulan yedi dost üstünden aşama kaydediyor.

ABD’da yeni bir yaşam kurma isteklerinin yanında ayrıca Küba’daki siyasetin ve politikanın da zaman zaman konuşuldfuğu biyografi, kişileri göçe sürükleyen nedenleri didiklemeye çalışmakta. Yarısı Küba’da, yarısı da Guantanamo Körfezi’nde kalan sığınmacı kampında çekilen biyografi, kampta kalan mültecilerin maruz kalmış olduğu işkenceleri de gözler önüne seriyor. Küba’da kalan ailelerin birçoğu bir hayalle beraber ABD’ya giden akrabalarının nerede bulunduğunu senelerce bilmediler. İşte bu biyografi bütün açıklığıyla onlara işitmek istemeyecekleri tepkisi verdi.

Umudun Kanadında / 2019

https://www.youtube.com/watch?v=_MA9XBqqbEE

Ümran Safter‘in yönetmenliğini yapmış olduğu belgeselde bizlere {hiç de} ırak olmayan bir mevzuyu, ülkemiz’den Yunanistan’a gitmeye çalışmanın öyküsünü izliyoruz. Senelerdir Ege kıyılarında yaşayanan bu trajedi, göç yolunun ölüm yolu bulunduğunun en üzüntü kanıtı oldu hepimiz için. Kıyıya vuran bebek cesetleri, çaresiz anne ve babalar, üstlerindeki giysilerinden başka rastgele bir şeye haiz olmayan yüzlerce hatta binlerce insan. Acının zamanı nihayet on senede içlerimizi kanatacak biçimde yazıldı desek yalan olmaz.

Umudun Kanadında belgeselinde ise ülkemiz’den Yunanistan’a gitmeye çalışırken botları batan birisi çocuk, 5 mültecinin dört sene süresince hayatta kalma mücadelesini izliyoruz. Bodrum’dan Yunanistan’a gitmeye çalışmış oldukları sırada İŞİD tarafınca saldırıya uğrayıp, botları denize gömülen 5 Iraklı mültecinin hayatta kalma başarısının yanında ayrıca onların yalnızlıkları, düş kırıklıkları, acıları ve umutları da belgesele yön veriyor. Tek bir biyografi üstünden bile Ege’de hayatlarına yön vermeye işçi mültecilerin hayatları, acıları ve aldıkları riskleri okuyabiliyoruz. Ege denizi göç yolundakiler için bir çeşit hayallerini kapan dev gibi bir siyah deliğe dönüşüyor.

Lecciones Para Zafirah / 2011

Carolina Rivas ve Daoud Sarhandi ortak yönetmenliğinde çekilen biyografi, Meksika Göç Sineması’na emsalsiz yön vermiş belgesellerden birisi olarak geçiyor. Meksika’dan ABD’ya göç eden yüzlerce hatta binlerce göçmenin kaçış yolunun bir sembolü olan La Bestia treninin çevresinde şekillenen biyografi, bizi bu kitlelerin güç yolculuğuna tanıklık etmeye çağrı ediyor.

Bir trenin çevresinde dönen belgeselde, kitlelerin mimikleri, jestleri ve hayatta kalma mücadelesi bütün çıplaklığıyla kameraya alınıyor. Kasvetli fakat şahane insan portreleriyle ilerleyen belgeselin aslolan gayesi ise göçmenlere olan nazar açısını başka bir yere almak ve toplumda onların da yer sahibi olması için harp vermek denilebilir. Belgesele mevzu, bahis olan trenin Türkçe karşılığı ise “canavar.”

Human Flow / 2017

Ai Weiwei‘nin çekmiş olduğu sene ülkemizde büyük tartışmalara neden olmuş belgeseli de demek mümkün bu biyografi için. Antalya Film Festivali’ndeki ilk vizyonu esnasında benim de izleyicilerinin içinde olduğum belgeselin tartışmaları daha biyografi yarısına bile gelmeksizin her şeyden önce seyirciler içinde bir münakaşaya neden oldu. Görüntü ve ses senkronizasyonun yarıda bozulmasıyla beraber tartışmalar festivalin filmi sansürlediğine dair tartışmaları da yanında getirmişti esasen sonrasında. Festival filmin ellerine o şekilde ulaşmış bulunduğunu dillendirse de birden çok şahıs tarafınca bu bir sıkıdüzen olarak görüldü ve belgesele meydana getirilen büyük bir ayıp olarak beyazperde zamanı defterine yazıldı.

Gelelim belgesele; film gezegenimizin 15 değişik yerindeki göç hikayelerinden meydana geliyor. ülkemiz’den de iki yerin gösterildiği belgeselin tam kopma kısmı da burasıydı esasen; ihtiyar bir kadının kullandığı gerilla ifadesi. Belgeselde sığınmacı krizi olarak anılan olayın aslına bakarsak sığınmacı krizinden ziyade bir insanlık krizi bulunduğunu konu alıyor Weiwei. Değişik coğrafyalardan yola çıkmış, yaşamı pahasına hayallerine veya daha rahat bir yaşama kavuşmak isteyen kitlelerin göç yolculukları kalp burkan gerçekliğiyle Weiwei’nin kamerasına yansıyor. Gerek görüntüleri, gerekse vurucu sahneleriyle benim için bu biyografi göç duygusunu gözler önüne seren belgeseller içinde ilk beşte yer ediniyor.

La Forteresse / 2008

Fernand Melgar‘ın çekmiş olduğu bu belgeselde gezegenimizin en kısıtlayıcı ülkelerinden kabul edilen İsviçre’de, gezegenimizin dört bir yanından gelmiş sığınmacıların, haklarında verilecek sonucu bekleme hikayeleri mevzu, bahis alınıyor. Riskli bir yolculuktan sonrasında buraya varan hanım, adam ve çocuk sığınmacıların korkuları belgeseli izlerken iliklerimize işliyor. Merkezdeki günlük işleyişi bazen mizahi – doğal ki siyah gülmece – bir üslupla ele alan biyografi Avrupa’nın göç mevzusuna hangi mesafeden baktığını da gözler önüne seriyor.

Gece vakti kamyonlarla gelen kitlelerin birbirine dokunan hayatları seyirci monitöre kilitlemeye yetiyor. Bir gece yarısı gelen Ermeni insanın eline tutuşturulan bir vileda kovası ve orada tanıştığı Rus bir konuşmacının arkadaşlığı bile dikkatimizi çekmeyi başarıyor. Geldikleri yere art döndükleri vakit yaşayacakları tehlikeleri bildikleri ve art dönüş yapmak istemedikleri için kendilerini burada kanıtlamaları ihtiyaç duyulan sığınmacıların averaj bir gününe tanıklık yapmak eylemek belgeseli değişik kılıyor.

Fire at Sea / 2016

Gianfranco Rosi tarafınca çekilen biyografi, çekilmiş olduğu sene kalplerimizde büyük bir acıya niçin olmuştu. şimal Afrikalı mültecilerin İtalya’ya girme yolu olan İtalyan adası Lampedusa’da geçen biyografi, farklı ada sakinlerinin hayatlarının peşinden gidiyor. Akdeniz de tıpkı {Ege Denizi} şeklinde göçmenler için bir çok vakit bir gömüt yeri gibidir. Rosi kamerasını aslına bakarsak acıya yöneltmiyor bu belgeseli çekerken. İtalyan kıyı güvenlik üyeleriyle devinim eden direktör, mültecilerin içinde bulundukları durumu tam olduğu şeklinde gözler önüne seriyor. Teknelerin alt kısımlarında seyahat meydana getiren ve hastalıktan şikayet eden olan kişileri yakın markajına alıyor.

Bir çocuğun bakış açısından seyrettiğimiz biyografi, aslına bakarsak krizi kimi zaman acımasızca ele alıyor. Samuelle bu adada yaşayan bir çocuktur ve gözlerinin önünde ölen birden çok mülteciden daha ayrıcalıklı bir yaşam yaşamaktadır. Adada bir de tabip olduğu bilinmektedir mültecilere karşılıksız yardım eden. Bu ikili üstünden ilerleyen sohbetler vesilesiyle değerlendiriyor mülteciliği Rosi. Minik bir çocuğun masumiyeti ve bir doktorun vicdani yapısını takip ederek ilerleyen biyografi bizlere bir üzüntü gerçeği daha hatırlatıyor; birçokları bu tolculukta başarıya ulaşmış olamayacaklarını bile bile bir hayale yelken açmaktan vazgeçmiyorlar.

The Border Fence / 2018

Yönetmenliğini Nikolaus Geyrhalter‘in yapmış olduğu biyografi, bu kere bizi öteki tarafa götürüyor ve yaşadıkları bölgeye gelen mültecilere yöre halkının nasıl baktığının izini sürüyor. 2016 senesinde İtalya ve Avusturya içinde ani sınırda bir sığınmacı krizi patlak verdi ve sığınmacı politikasının değişmesinde karar kılındı. Balkan rotasının değişmesiyle beraber sığınmacılar Brenner Geçidi’ni kullanmaya karar verdi lakin yetkililer mültecilerin burada boğulacaklarını düşündükleri için bir “çit” hayata geçirmeye karar verdiler.

Direktör bu bölgeye gelmiş olarak polislerle, yöre sakinleriyle, yürüyüşçülerle ve değişik iş gruplarından insanlarla röportajlar uygulayarak onların hem mültecilere nasıl baktığını aynı zamanda bu yeni yasayı nasıl bulduklarını ifade etti. Birbirinden değişik tepkileri seyrettiğimiz biyografi süresince ırkçılığı da müşaahade ediyoruz, sonuna kadar mültecilerin yanında bulunduğunu ifade eden ve onlar için savaşacağını ifade eden insanları da. Belgeselin sonunda ise Avrupa’da hala ırkçılığın bir sorun olarak devam ettiğini ve sığınmacı krizinin aslına bakarsak dünyaya yayılmış bir insanlık dramı bulunduğunu müşaahade ediyoruz.

Kimse bu şekilde yalnız olmamalı, kimse nereden gelerek nereye gittiğini unutmamalı. Tarihini ve geçmişini unutan kitlelerin bugün mültecilere olan yaklaşımları bile insanoğlunun acımasızlığını gözler önüne seriyor. mavi gezegende yüzlerce hatta binlerce insan, her gün daha iyi bir yaşam hayatı idame ettirmek için elindeki yaşamını yitiriyor. Daha insanca yaşlayacağımız günlerin kısa sürede gelmesi dileğiyle.

Kaynakça:
Rafet’in Evlatları filminin yönetmeni Mümin Sulh‘a katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarım.
Birgün Gazetesi
Changing Perspectives
Wikipedia
Festival Scope
Mubi
Swiss Film
The Newyork Times

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ