herdembilgiler

Beyazperdede Müzisyenler | herdembilgiler

Beyazperdede Müzisyenler |  herdembilgiler

Hayatla müzik dahil içe olduğundan mıdır kim bilir bir çok kez bir şarkı duyduğumuzda bir hatıra aklımıza gelmektedir ya da bir anıyı düşündüğümüzde bir şarkı ona birlikte rol alır. Hatta kimi zaman bir ezgi bile yeter bu çağrışımları halletmeye. Günlük hayatımızda tesadüfi olabilen bu vaziyet beyaz perdede çok çok fazla kullanılan bir tesir aracıdır. Amma ve lakin bu etkinin maksimum bir halde seyirciye hem görsel aynı zamanda işitsel şölen vadettiği yer müzisyenlerin biyografilerine odaklanan filmlerdir. Sadece artist seçimlerinden, kurgudan ya da müzikaliteden dolayı şölen vaadinin yanında ayrıca düş kırıklığı ihtimalini de bununla beraber getirir. çünkü bu filmlerde oyuncuların hem göze hem kulağa hitap edebilmesi şeklinde mühim bir ayrıntının yanında ayrıca biyografisi çekilen müzisyenin yaşamını istenildiği -ya da gerektiği- kadar saydam anlatamama şeklinde bir sorun da lakırdı konusu olabilir.

Binaenaleyh bu türün kimi örnekleri var ki göz dolduran oyunculuğun benzerlik sorunsalı makyajlarla, efektlerle, ışıkla ve daha nice dahiyane çözümle giderilirken hızla gelişen teknolojinin yardımıyla da kulağa hitap eder hale gelmesi canlandırılan müzisyeni beyazperdeye birebir taşınmasını sağlar. İzlediğiniz sanatçıyı aslına bakarsan tanıyorsanız eski bir dostla buluşmuş şeklinde; deyim yerinde ise eskileri yad edermiş şeklinde hissediyor ve his yoğunluğu yaşıyorsunuz. Yok, ilk kere dinliyor ve izliyorsanız da niçin bu kadar geç kaldığınıza hayıflanıyorsunuz. Aşağıdaki listede övgüleriyle, yergileriyle bu türün birkaç örneğine yer verdik.

‘Müfreze’, ‘Katil Doğanlar’, ‘Doğum Günü 4 Temmuz’ şeklinde birden çok filmin başarı göstermiş yönetmeni Oliver Stone tarafınca yönetmenliği üstlenilen ‘The Doors’, listedeki en yürekli filmlerden birisi. Yalnızca ölüme yaklaştığı anlarda yaşadığını hissettiğini birden çok kez dile getiren “Kertenkele Kral” Jim Morrison’ın yaşamını güzellemeye, ilahlaştırmaya mahal vermeden seyirciye sunan senaryoda da Oliver Stone’un varlığı hissediliyor. Filmin hipnotize ederken bir taraftan rahatsız eden havasının yanında ayrıca The Doors’u sevdirdiği kadar Jim Morrison’dan da soğutabiliyor. Val Kilmer sesiyle olmasa da tavırları, görünüşü ve gazetecilere kendini tanıtmak için bir tek “Jim” şeklinde ifade ederek muzipçe sırıtması ile izleyenleri Morrison olduğuna iyiden iyiye inandırıyor. Stone ve Kilmer olanakları sayesinde Morrison’ın çocukluk travmaları, yaşamış olduğu devrin çatışmalarını, hem sisteme karşı olup aynı zamanda kendini ölümcül bir umursamazlığa sürükleyişini izlerken sıkışmışlık ve huzursuzluk hissi hemen hemen elle tutulur hale geliyor. Döneme ilişik kesitleri protesto görüntülerle ve “…otoriteyle sulh yaptığında otoritenin kendisi olursun.” şeklinde sözlerle sunan film, Jim’in sahneden fanatiklerine “…hepiniz kölesiniz!” diye bağırışları ve fanatiklerinin onun müziğini değil vücudunu istediklerini söylemesi ile minimal düzeyde rock’n roll eleştirisi de yapıyor. The Doors’un oluşumundan Jim Morrison’ın ölümüne kadar geçen sürede film, “Sex, Rock’n roll ve Uyuşturucunun En Büyük Hikayesi” sloganıyla örtüşen bir yaşam öyküsü sağlıyor. Grubun sahne performanslarının gerçeklikle bağlantısı bir fazlaca genişletilmiş olsa da saykodelik müziğin efsanesine yaraşır nitelikteki görselliği olanakları sayesinde görmezden gelinebiliyor.

Bob Dylan’ın otobiyografisinden yola çıkarak çekilen ‘I’m not There’; altı değişik karakter ile altı değişik Dylan’ın hayatından kesitler sunarak şimdiye kadar karşılaşılmış en sanat içerikli biyografilerden birisi olma özelliğine haiz. Hakkaten de seyircileri altı değişik erkek oyuncu tarafınca canlandırılan Bob Dylan’la tanıştıran film, parçadan bütüne varmayı amaçlarcasına ani oldukça beyazperde örneğinin izlerini harmonik bir halde kolajlayıp müzisyenin hayatında öneme haiz dönemeçleri bir araya getiriyor. Kelam konusu dönemeçler ise Christian Bale, Heath Ledger, Ben Whishaw, Marcus Carl Franklin, Richard Gere ve bu filmdeki efsanevi oyunculuğuyla Altın Küre ödüllerinde en iyi muavin hanım artist ödülünün sahibi olan Cate Blanchett şeklinde başarı göstermiş adlar tarafınca canlandırıyor. Durum bu şekilde olunca da birden çok biyografinin görsel açıdan doyum unsuru sayılan benzerlik sorunsalı da geçersiz hale geliyor. Sinematografi penceresinden da takdiri hak eden ‘I’m Not There’in yönetmenliği ve senaristliği Todd Hayes tarafınca üstlenilmiş. Metaforlarla ve göndermelerle zenginleştirilmiş olan filmi yer yer Bob Dylan fanatiklerinin dahi yakalaması güç olsa da biyografik beyazperde eserleri içinde son derece değişik bir yere haiz olduğu bir gerçek. Kurgudan dolayı, izlerken Dylan’ın sesinden oldukça şahsiyeti ve dünya ile olan etkileşimi daha önemliymiş şeklinde hissediliyor. Nitekim kim bilir bu sebepten halen hayatta olmasına karşın (nihayet sahnede çalan benzer adlı parça sayılmazsa) filmimizde kendi sesi kullanılmayıp farklı sanatçıların yorumlarına yer verilmiştir. Çekimlerinde kara ak ve renkli görüntüler olan ‘I’m Not There’, izlenmesi ihtiyaç duyulan biyografiler içinde, özellikle değişikliği ile içeriyor.

Filmin Lennon ilişkili bulunduğunu görüp de Beatles dinleyeceğini düşünen seyircilere fena havadis, bilgi, salık; bu film dünya John Lennon’un adını duymazdan daha evvelki dönemlerde efsaneyi şekillendiren gençlik periyodu, aile problemleri ve bir doz da Paul McCartney (Thomas Brodie-Sangster) ile tanışma evreleri ilişkili. Aaron Taylor-Johnson tarafınca canlandırılan John Lennon, fanatiklerinin da bilmiş olduğu suretiyle, hür ruhlu bir “çiçek çocuk” olan anası Julia (Anne-Marie Duff) değil de tam tersi mizaca haiz olan teyzesi Mimi (Kristin Schott Thomas) tarafınca büyütülür. Daha sonradan annesini bulup beraber vakit geçirmeye adım atar. Öz anası olanakları sayesinde gitar çalmaya meyleder ve rock’n roll ile tanışır. Tam da kendini aramış olduğu bir zamanda anası ile olan yakınlık John’a son derece iyi gelmektedir, bir bölgelere ilişik bulunduğunu hisseder. Sadece sonradan anası John’u tekrardan terk ettiğinde geriye kimlik krizleri, kaybolmuşluk ve huzursuzluk hisleri kalır. Sonradan “işkence çeken bir ruh” olarak betimlenmesinin nedenleri de bu yıllarda ve vakalarda yatıyor aslına bakarsan. Odaklandığı dönem ve kişilik nedeniyle izleyiciyi doyum ederken hüzün olma vasfı taşıyan bu biyografik film Johnson’ın müziği keşfederken almış olduğu hazzın yanında ayrıca kimlik arayışı esnasında hissettiği acıyı seyirciye aktarabilmesiyle akıllarda kalma garantisi veriyor. Paul ile John arasındaki dostluğun gelişimi ve aralarındaki diyaloglarla bir oluşumun, son derece sancılı bir doğuşun hikayesi bulunduğunu hatırlatan ‘Nowhere Boy’; muavin oyuncuların performanslarıyla da keyifle izlenmeye kıymet filmlerden.

Yönetmenliği Floria Sigismandi tarafınca üstlenilen film; diyalogları, rock’n roll tanımları, kadının dişiliğinin başkaları tarafınca kullanıldığını gösteren sahneleriyle “erkekler dünyası” olarak kabul edilmiş olduğu vurgulanan bir alanda kendisine zorla yer açmış olan The Runaways grubunun öyküsünü konu alıyor. Bunu yaparken de Joan Jett ve Cherrie Curie’ye odaklanan film, bir bütün olarak kadınlardan oluşması nedeniyle öncü niteliğini kazanışlarının yanında ayrıca asi, “sert” kıza karşı rock ifade eden barbie imajları arasındaki çekişmeye de değiniyor. Alacakaranlık filmleri döneminde Kristen Stewart’ın Joan Jett’i canlandırması, oyunculuk namına hala ümit olabileceğini hissettirmişti. Cherrie Curie’yi canlandıran Dakota Fanning için ise ‘The Runaways’, bundan böyle “çocuk artist” olmadığını kanıtlayan, göz dolduran bir performanslardan olma özelliğine haiz. Çağıl örneklerinin aksine grup üyelerini (en azından ikisini) oldukça yönlü yansıtmaya işçi senaryonun noksan kalmış olduğu nokta ise olayların karanlık mı yoksa parlak mı betimleneceğine karar verilemeyip ikilemde kalmış, doyum olunmamış bir hissiyat yaratması. Sadece grup üyelerinin müzisyen olma yolculuğuna son derece erken yaşta, hatta ergenliklerinin hemen hemen başlangıcında çıkmış oldukları göz önünde bulundurulduğunda kim bilir verilmek istenen ileti tam da bu kararsızlık hissidir diye düşündürüyor. Grup kayıtlarının kullanılmayıp oyuncuların şarkıları seslendirmesi ise bir filmin bir öteki düşündüren unsuru. Stewarts ve Fanning her ne ölçüde son derece başarı göstermiş ve gerçeğe yakın tarzda söyleseler de tınılarının ve tonlarının değişik olması ‘The Runaways’i bu filmle tanıyacak olan kitle için bir eksiklik.

Bu senenin müzik severler tarafınca büyük bir ilgi ve merakla beklenen filmlerinden bir tanesi de yönetmenliği Bryan Singer’ın kovulmasından sonrasında Dexter Fletcher tarafınca üstlenilen ‘Bohemian Rhasody’. Film yaşam öyküsü olmasına karşın türünün öteki örneklerinin aksine ne bir döneme, ne bir kişiye ne de vakaya derinlemesine odaklanmadan Queen’in muazzamlığını ve solistinin şahsına münhasır bir öncü oluşunu son derece yüzeysel bir şekilde seyirciye sunmakta. örnek olarak Freddie Mercury’nin yalnızca filmin başlarında duygulu bir halde tek başına şarkı sözü yazarken görülüyor. Değişik enstrüman çalışına ise film süresince yer verilmeyip piyanoya odaklanılmış. Bir ihtimal vakit kaygısından kim bilir odaksızlıktan meydana gelen bu güdüklük Farrokh Bulsara’yı Freddie Mercury’ye götürmüş olan süreçte filmi bir miktar temelsiz bırakırken süratli kazanılan ün ve karşılığı merkeze alınmış. Kısacası film, hem Queen aynı zamanda Freddie Mercury şeklinde bir efsaneleşmiş oldukça daha iyi bir hikayeyi hak ediyor dedirtiyor. bu cihetten bakıldığında bütçesini hemen hemen altıya katlayan gişe başarısının sebebi düşünüldüğünde insanoğlunun aklına konser ve kayıt sahneleri geliyor. Öyleki ki aslolan bu görüntüler kitlelerin nasıl ve niçin Queen’de kendilerini bulduğunu yalnızca göstermekle kalmayıp adeta yavaş yavaş sizi de birer fana çeviriyor. Rami Malek’in Freddie Mercury’yi canlandırması ise filmin karşılaşacağı en güzel şeylerden birisi. Mısır asıllı Amerikalı Rami Malek, Pakistan asıllı İngiliz Faruk’u da Freddie’yi de bir o kadar güzel özümsemiş ki; Bohemian Rhapsody’yi albüme ilave etmek için direnirken, yalnız kalmamak için çabalarken, sevgiyi ararken, Live Aid’de sahne alırken kendisi ile görevi arasındaki ayrımı hissettirmiyor bile. Öteki oyuncuların fizyolojik olarak grup üyelerine benzemesi, filmimizde yer verilen şarkılarda Freddie’nin kendi sesinin kullanılması da film adına öteki pozitif yönde noktalar. Kısacası eksikliklerine karşın ‘Bohemian Rhapsody’, hayranı olmasanız da birden gelen Queen dinleme hissine kapılacağınızı garantiler özellikte.

Listenin tek Türk filmi olan ‘Müslüm’; arabesk severlerden bir defa bile Müslüm Gürses’i dinlememiş kişilere kadar geniş bir seyirci yelpazesine haiz. Durum bu şekilde olunca başarısı da yadsınamaz hale geldi. Bu başarıda görüntüden ve müziklerden oldukça daha çok artist ekibinin oranı var; Timuçin Esen’in Müslüm Gürses olduğuna film ilerledikçe daha da oldukça inanmaya başlıyorsunuz. Öyleki ki Zerrin Tekindor’un rastgele bir rol ikinci planda kalacağını asla düşünülemezdi, sadece Esen istisnaların olabileceğini kanıtladı. Binaenaleyh filmin en oldukça eleştiri alan noktalarından birisi Müslüm Gürses’in sesinin kullanılmamış olup şarkıların Esen tarafınca seslendirilmesi. Eğer Gürses’i asla dinlemediyseniz, asla duymadıysanız oldukça mühim bir eksiklik şeklinde gelmeyebilir sadece birden çok kişinin sesini sevilmiş olduğu bir insanoğlunun biyografisinde bunun hakkaten büyük bir yokluk olduğu da bir gerçek. Bir öteki eleştiri noktası ise tıpkı ‘Bohemian Rhapsody’ şeklinde direktör değişikliği sebebi ile kendini hissettiren kurgu ve görüntü değişimi; zira ilk yarısı ‘Ayla’ filminin yönetmeni Can Ulkay tarafınca çekilirken ikinci kısmında direktör koltuğuna duygusal güldürü sahasında çalışmış olan Ketche geçmiş. Bu da yer yer kopukluğu ve görsellik farkını bununla beraber getirmiş. Filmin Müslüm Gürses’in hayatına dair mühim, nahoş olabilen, ayrıntıların kimisini atlamış, kimisine de nazikçe değinmiş olması da eşi Muhterem Nur’un senaryo danışmanı olduğu düşünüldüğünde şaşırtıcı gelmiyor. Eleştirilere karşın film, jenerik akarken izleyici üstünde çok önemli bir his yoğunluğu, bir miktar aydınlanma ve “Acep Timuçin Esen’de Müslüm Gürses olduğuna inanmış mıdır?” sorusu ile kafa başa bırakabiliyor.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

film izle instagram izlenme hilesi deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler TrBet
izmit escort bayan Online Türkçe Casino 720p film izle filmci dayi full hd film izle real film izle pala film izle erotik film izle filmci abi full hd film izle guvencehd.org Onwin vbettr Piabet Betorder Kalebet giriş milosbet giriş meritking kingroyal kingroyal giriş Bizbet escort anadolu Betonred goibay.com marsbahis paşacasino giriş tombala siteleri Nakitbahis Megabahis Hititbet Betovis 1win Milosbet Pin Up Betwinner Kalebet Betist Mercurecasino Betgaranti Kolaybet ankara escort bayan ankara escort Maksibet Lotusbet Masterbetting Norabahis Piabellacasino Meritking şişi escort kızılay escort Melbet “Tarafbet Paşacasino Betorspin Rbet Oslobet Vbet nisanbet Sahabet Pokerklas Betturkey Betandyou Matadorbet Supertotobet Kralbet betbox Maltbahis Jupiterbahis gaziantep escort bayan gaziantep escort deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler 7slots Coinbar Ligobet gates of olympus betturkey Deneme bonusu veren siteler Grandpashabet